5 Kasım 2007 Pazartesi

"Bir kedim bile yok..."


7 Ekim 2007...
Koskoca yuvarlak bir salon, adı Royal Albert Hall. Türkiye'nin en büyük sanatçısı, biraz sonra, sahnede duran o kısacık mikrofonun önüne gelecek, şarkı söyleyecek, adı: Sezen Aksu.
Oojami diye bir grup çıkmış önce, dansöz oynatmış, rap parçalar söylemiş. Ama kimsenin onları dinlediği yok, herkesin gözü saatlerinde, dokuzu bekliyorlar.
Dokuzda Sezen çıkacak, "tüm dünyaya şarkı söylemeden ölmeyeceğim" diyen Sezen, Royal Albert Hall'de şarkı söyleyen ikinci Türk olacak.
Oojami'den sonra bir ara veriliyor, aslında kimsenin ara falan istediği yok, ama maksat adet yerini bulsun.
İnsanlar dışarıda sigaralarını içiyorlar ve saat dokuz olunca salona girmeye başlıyorlar.
Klasik Türk davranışı, salon vaktinde dolmuyor. Herkes son anda içeri girmeye çalışıyor, ama burada onları beklemiyor Sezen. Sadece on dakika gecikmeli geliyor orkestra yerine.
Birkaç dakika sonra da Sezen... Yüzü sahnede gözükür gözükmez, tüm salon ayağa kalkıyor. Ne yapacağını beklemeden, ayakta alkışlamaya hazır seyirci Sezen'i. Memleket havası getiriyor Sezen onlara, ülkelerinden rüzgarlar, melodiler, notalar, sözler, şarkılar getiriyor. "İklim değişir akdeniz olur" diyerek umut aşılıyor.
Önce haykırıyor, "daha dün yaşananlar, hem yakın hem uzaktalar..."
İlk şarkıdan havasına giriyor konserin, o mutluluğu yakalıyor. "Gülümse" diyor, ne olursa olsun "gülümse ki bulutlar gitsin."
"Bir kedim bile yok" diye bağırıyor. Her şeyi düşünüyor, ikinci dünya savaşında ölmüş çocukların ağıdını bile Sezen yakıyor, "onlar da hep insandılar, ve sevgiye inandılar" diyor, "sene 1945, acıları tarihlerden" diyor, "öfke ile beslenen çocuklar yalnızdırlar" diyor, ama her şeye rağmen, "gel, asırlardan uzan da tut ellerimi..." diyor. Ağıdını yaktığı çocukları sevdiğinden bahsediyor, "bir çocuk sevdim uzaklarda" diyerek, "dünyanın haline bakıp güldü geçti" diyor.
Bu kadar hüzünlü şarkıdan sonra, Sezen'in daha fazla hüzünle devam etmesini beklemiyor kimse, o da zaten kendisinden bekleneni yapıyor.
"Haydi gel benimle ol" diye çağırıyor, cilveli cilveli söylüyor şarkıyı. Salon kahkahalarla gülüyor. Gene cilveli cilveli, "sizin kalbinizle benim kalbim arasında bir köprü var" diyor İngilizce.
"Yaşarız bu tende bu heves oldukça yarim" diye giriyor, o acı gerçeği yüzümüze vuruyor, "geçti geçiyor bu yazlar ne hain" diyerek.
Gerçekten de yazlar kalmıyor, kışlar, baharlar hep kalıcı, yazlar bitiyor. En sonunda şarkının tüm gücüyle haykırıyor, "alev alev tutuş benimle hadi" diye.
Ve o acı şarkıya geliyor sıra, hiçbir zaman kesmeden söyleyemediği, kalbinin buna el vermediği şarkı, melodisi nerde duyulursa duyulsun, harbiye'de de, anatolia'da da, royal albert hall'de de aynı alkışla karşılanan şarkı.
"hasret oldu, ayrılık oldu..."
Ki gene şaşırtmıyor Sezen, tam çıkış noktasında, dalga geçecek bir şey buluyor yine. "acılanmam..." kısmını seyirciye bırakınca, doğal olarak seyirci söyleyemiyor, hangi zor şarkıyı söyleyebildi ki zaten. Sonra Sezen alıyor sazı eline, "acılanmam..." diyor nameli nameli, o ilk 86 tarihli Sen Ağlama plağındaki gibi bağırıyor.
Bir alkış, bir kıyamet... Sezen bu, yine yapıyor esprisini. "Very normal, very normal, i'm singer, i'm better than you" diyor.
Sonra hep beraber el birliğiyle söylüyoruz, "sen ağlama, dayanamam..."
İkinci bölümde aynı şeyleri yapmıyor, söylüyor şarkıyı. "Yüreğim bende kalırsa yaşayamam" diyor, yüreği olmazsa yaşamak çok mümkünmüş gibi. Ama fazla geliyor o yürek ona belki, "onno tunç'a sevgilerimizi yolluyoruz" diyor, yine anıyor "yol arkadaşını."
Ve şimdi fıkır fıkır oynama zamanı, "seni gibi fındıkkıran..."
Şarkı bitince, "bütün konserler 1.5 saat, benimki kim bilir kaç saat" diyip içeri gitmeye çalışıyor Sezen, ama seyirci "devam" diye bağırıyor.
Sezen de "her normal insan gibi ihtiyaçlarınız olduğunu düşünüyorum" diyor, seyirci itiraz ediyor, "yok ihtiyacımız."
Sezen de dayanamıyor, "ayol benim var ihtiyacım, birazdan beraber olacağız, cicilerimi de giyip gelicem" diyor. Gidiyor içeri.
Ara çabuk bitiyor neyse ki, 10 ya da 15 dakika sonra Sezen yine sahnede.
"Hiç kavga bilmez gülle yaprak, hiç kıyar mı ağaca toprak" diyor, doğanın da ağıdını Sezen yakıyor. "Bu kimin oyunu, ilk kim bozdu sonsuz uyumu?" diyerek.
Yabancı ülkede, Mevlana'yı da tanıtacak. "Her gün bir yerden göçmek ne iyi" diye giriyor şarkıya Sezen. En başından belirtiyor, "bu şarkının sözleri Mevlana'ya ait" diye. "Yıllar önce okumuştum bu şarkıyı" diyor.
"Dün ile beraber gitti cancağızım, şimdi yeni şeyler söylemek lazım..."
Yeni şeyler söylemeye devam ediyor Sezen, "yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekte" diyor, "bulutlar yüklü ha yağdı ha yağacak..." diyor.
"Kendimden kaçak, yarim keskin bıçak, nerde bende o yürek, yardan cayacak" diyor.
Haykırıyor tüm gücüyle, "ben bu dünyayı anlayamadım, niyetlendim de altından kalkamadım" diye.
Fahir Atakoğlu'nun melodisiyle, kendi sözlerini söylüyor, "Ah şişede la'l, hem de ay hilal, bir daha da görmedim öyle yazı."
Bir kadını çıkarıyor sahneye, "i'm ready for love" diye şarkı söyletiyor. Sezen şarkı söylerken ağlıyor o kadın. Anlamadığı dile ağlıyor.
Artık sonuna geliyoruz konserin, kim bilir kaçıncı kez, "rakkas geldi meydane" diyor Sezen, "böyle dilber gördün mü" diye soruyor salona ve "hoşçakalın" diyor.
Ama seyirciler bırakmıyorlar, "sürem bitti" diyor Sezen, "çıkmazsam görün bakalım napıcaklar beni" diyor.
Seyirci "Sezen" diye haykırmakta kararlı. Sezen de dayanamıyor bu coşkuya "bir kıvılcım düşer önce" diye giriyor şarkıya.
Bilmem kaç yıllık o koca yuvarlak binanın içinde, bilmem kaç yıllık balkonlarında, localarında, koltuklarında, taşlarında, tek ses duyuluyor, Sezen'in sesi. "Bir kedim bile yok" diyor Sezen...

Hiç yorum yok: