18 Ocak 2008 Cuma

KARA BULUTLAR

Yağmur yağmış dün akşam. Havanın sıkıntısı da gitmemiş hala. Şöyle bir boşaltsa birden, nasıl temizlenir her yer.
Böyle bir güne uyanmak çok kötü bir şey aslında, sabah olmamış gibi geldi hatta bugün bana. Dışarı çıkasım da yok. Odamın ışığını yakmadan aydınlanmıyor içerisi, güneşin cömert davranmadığı günlerden biri olsa gerek.
Rutin sabah davranışlarımı sergiliyorum kendime, kim bilir kaç kişi uyuyor şu an hala? Her sabah olduğu gibi, yine söz veriyorum, “akşam eve döner dönmez uyurum ben” diye. Yine tutamayacağım sözlerden…
Üstümü giyinip çıkıyorum, yağmur yağmıyor, havanın sıkıntısı ondan olsa gerek. Hep aynı suratlar, hiç kimse gülümsemiyor. Ağzına kadar dolu bir otobüs geliyor, mecburen biniyorum. Sevgiden, saygıdan uzaklaşalı çok oldu zaten dünya. “Arkalara doğru ilerleyin…” diye sertçe bağırıyor şoför, yolcular da destekliyor onu. Kavga çıkıyor yine her zamanki gibi, sudan sebeplerden… Kaşının üstünde gözün var diyip kavga çıkaracak duruma gelmiş herkes.
Biri şoföre laf atıyor, “üstümüze de yolcu mu bindireceksin” diye. Yolculardan başkası da ona veriyor cevabı, “sen bindin, o binemeyecek mi?”
“Sen karışma” diyor öbürü tekrar, “baksana otobüsün haline.”
Hepsi haklı kendisine göre. Yaşlı bir teyze var, o söyleniyor, “gençlerde hiç saygı kalmadı, oysa eskiden böyle miydi? Biz kalkar yer verirdik hemen.”
O da haklı…
Bir çift oturuyor koltukta, belki uzun soluklu, belki daha yeni… Tartışıyorlar, “hayır akşam o yemeğe gidemezsin” diyor çocuk, kıza. Kız da “giderim, bana bu kadar müdahele edemezsin” diyor. Çocuk her şeye rağmen ediyor müdahelesini, biraz daha reddederse kız, şiddete bile başvurabilecek gibi duruyor.
Mafya kılıklı biri duruyor ilerde. Etrafı kesiyor, “bu otobüsün süper gücü benim” der gibi. Hemen gelip müdahele ediyor. “Siz bilemezsiniz, ben sizin adınıza çözeyim” gibi bir hali var. “Yenge, haklı abimiz, gitme o yemeğe sen” diyor.
“Nerden yengen oluyorum ben senin?” diye cevap veriyor kız.
Gerçeklikten çok uzaklaşmış gibi bir konuşma var aralarında. İnsan dizide görse dalga geçer, ama gerçeğini görünce inanamamakla yetiniyor. Hangi makul biri, iki kişi arasındaki tartışmaya müdahil eder ki kendini? Ne gerek vardır yani?
İşin garibi, diğer yolcular pek de ilgili gibi değiller bu durumla. Herkes kendi derdine o kadar dalmış ki, büyük gürültü koparan dertler dikkatini çekmiyor.
Otobüs sarsılıyor, ani fren sebebiyle o anda. O kabadayı adam tökezliyor, bütün karizması gidiyor sanki, ama yine de bir korku var ona yaklaşmayı düşünmüyor insan.
“Zamanında bassana düğmeye be teyze, bak ne oldu?” diye bağırınıyor şoför. “N’apıyım evladım, gözüm de görmüyor ki, ancak anladım geldiğimizi. Öyle bağırına kadar camlarını temizlesene önce” diyor.
Haklı… Şoför de teyze de haklı. Bu teyze demin gençlere çatan teyze, şoför de yolculara çatıyordu. Teyze kendine çatacak yeni birini bulmuş ama, şoförün hedef kitlesi hala aynı, yolcular…
En arkadan biri söyleniyor, “hiç saygı kalmadı cidden, teyze düğmeye geç basmış ne olacak yani, niye bağırıyor bu yaşlı başlı kadına.”
O uçtan olaya müdahil oluyor. Durağım yaklaşıyor o esnada. Düğmeye basıyorum, vaktinde. Kızdırmıyorum şoförü. Bir aydınlık çökmüş dışarıya sanki, bulutlar hafiften açılmış da, güneş doğmuş gibi. Gökyüzüne bakıyorum, gökkuşağı çıkmış. Herkes bakıp gülümsüyor yukarı, birbirine gösteriyor bak gökkuşağı diye.
Düşünüyorum da indiğim otobüs, küçük bir dünya profiliydi belki. Herkes birbirine çatıyor. Düşmanlar bile belli değil. Birileri, hiç kendilerinin olmayan topraklarda hak iddia ediyor, beriki dünyanın bir ucundan buralara kadar gelip, siyah sıvının peşinde, sudan sebepler uydurup orayı burayı sözüm ona özgürleştiriyor.
Her yerde başka bir kavga, birbirlerine nispet yaparcasına, hep daha büyüğü geliyor. Oysa “göze göz, dünyayı kör eder.”
Düşünüyorum da, dünyanın da büyük bir gökkuşağına ihtiyacı var sanki, belki o renkler biraz unutturu insanlara kavgalarını. Herkes haklıyım diyor da, kimse “suçlu aslında kim” diye sormuyor. Bir gökkuşağı gelene kadar, kara bulutlarla kaplı gökyüzü şimdi. Zaten şu anda da kimse bahsedemez o sözcükten, daha insanlar kendi aralarında anlaşamıyor ki. Barış mı dediniz?

12 Ocak 2008 Cumartesi

Azerbaycan'dan Kaybettiklerim...

Geçen gün bir şey izlerken geldi aklıma;

Azerbaycan'dan aldığım çok güzel bilekliğimi Fenerbahçe'de kaybettim.

Azerbaycan'dan aldığım o çok sevdiğim saatimi de karlı bir günde Sarıgazi'de kaybettim.

Saçmalık olsun diye de buraya yazdım.

Ama ben onları çok severdim.

Azerbaycan'dan Kaybettiklerim...

Geçen gün bir şey izlerken geldi aklıma;

Azerbaycan'dan aldığım çok güzel bilekliğimi Fenerbahçe'de kaybettim.

Azerbaycan'dan aldığım o çok sevdiğim saatimi de karlı bir günde Sarıgazi'de kaybettim.

Saçmalık olsun diye de buraya yazdım.

Ama ben onları çok severdim.

3 Ocak 2008 Perşembe

Şair Burada Bayrağa Sesleniyor


Ekmek kavgası adına mı yapılıyor her şey?
Demokrasi getirmek amacıyla dünyanın bir ucundan gelip, kaos ortamı yaratıyor birileri.
Beriki, demokrasiyi bile koruyamıyor, onu da destekliyor demokrasi aşığı ülke.
Bir varil sıvı için kanlar akıyor, o sıvıyı hayatlarında görmemiş kişilerin kanları.
Dünyanın bu kısmında kan akıyor her yerde.
Şair diyor; "ırak kül, ırak yıkıntı, ortadoğu yara dünya."
Ama masumlar ölüyor, dünyanın pisliğine bulaşmamış, ellerini kan ile kirletmemiş masumlar, tepeden tırnağa kan oluyor.
Ufacık çocuklar, dersanelerine giderken ölüyor, sırf babalarının mesleği yüzünden belki de...
Babaları ölüyor, sırf ülkelerini o hainlerden korudukları için...
Kendi şehirlerine bile saldırıyorlar yeri geliyor.
Söylenecek her söz biraz eksik kalıyor, söylenecek her şey...
Boğazda bir düğüm, kocaman...
Oturuyor olduğu yerde.
Dünyanın bu yarısı birbirini yerken, öbür yarısında da yemek kavgaları oluyor belki. Sahi uzun zamandır öyle haberler gelmiyor buraya.
O bildik fotoğraflar, kemikleri sayılan çocuklar bitti mi gerçekten?
Yoksa artık kendi derdimize o kadar daldık ki onlarla uğraşacak vaktimiz mi kalmadı?
Yemek-para-zenginlik...
Hadi kavga edelim, yaşasın yemek yemek...
Daldan dala anlamsız bir yazı var burada da, bir kirlilik de ben katıyım kirli kelimelere diye.
Halbuki fotoğraftaki yemek yiyen kuşlara bakın, ne kadar barış içinde eziyorlar birbirlerini, zarar bile vermeden...
Kuşlar ne güzel eziyor, şarkı yanlış söylüyor, "sen kuşlara uyma..."
Geride kaldı...
Kuş kadar olamadık.

2 Ocak 2008 Çarşamba

Kar yağdı sanki


Bugün çok az bir miktar kar düştü şehre...

Herkesin kafasındaki fikir başkaydı;

"Nihayet hava yumuşadı."

"Barajlar doldu mu acaba?"

"Ne kadar kalır ki bu kar?"

"Hadi çıkıp karda yürüyelim."

"Yollar da buz tutmuştur, nasıl gelecekler?"

"Kar şöyle çok çok yağsa da oturup seyretsek."

Kar yağdı bugün şehre, geçen yıl hiç olmayan şey oldu, kar tuttu.

Kar yağdı ve tuttu.

Bakalım ne kadar kalabilecek.

Eksik Öykü 2



Birinci bölümden devam
"Yar azıcık bir değerim varsa eğer, hemen sevme..."
YENİDEN DİBE ÇÖKÜŞ
Evin camını açtım o gün, be kardeş şu köşeden bir rakı al gel, yanıyom ölüyom, babama haber ver dedim.Kaptırdım benimkini göz göre göre işte. Aslında daha başından biliyordum, ona yetmek mümkün değildi. Ben şansımı denedim sadece, sınırları yoktu onun desem de, yasaklardan korkuyordu, oysa kanatlarım da yoktu artık benim.Çok dargındım ona, kızgındım. Hiç üzülmemiş miydi? Düşünmemiş miydi beni? Bir tek iz bile kalmamış mıydı benden? Ne acı... Yazık... Mutlu olmuş muydu acaba? Bu deliyi unutmuş muydu? Kendimle yüz yüze kaldığımda bunları düşünüyordum, aynı takımda değildik. Artık iki taraflı sahici duyguların peşine düşmem gerekiyordu. Son kez aradım onu, telefonu açtı. Kalbim bedenimden de büyük, desen de olmaz, hissetmelisin dedim. Kapattım sonra telefonu. Dışarıya baktım yine, rakım da gelmişti. Yine akşam oluyordu işte, deniz durgun, hava durgundu. Çıktım o yüzden dışarı, dolaştım tüm sokaklarını şehrin. Onu, sesini çağırdım. Yeter bu ayrılık, yeter dedim. Yoruldum, bu delilik yeter... Gel dedim, uçurtma bayramları var, gelmedi...O zaman ben gidiyorum bu şehirden dedim. Bütün büyük aşkların ortak kaderi buymuş gibi, beni en çok bu kahrediyordu. Al beni dedim içimden, sar beni... Saramazsan körfeze bırak dedim.Hani biraz da eski aşklar gibi, o gün geldi aklıma. Koparıp bir gül takmıştı... Ben o yüreğimin vurgun yediği terk edilişte kaldım. İhtimal dahilinde, olur ya, belki aklına düşerim, bir rumeli havası ile dedim. Kendi içime seslendim sonra, dallarına karlar yağıyor dedim. Ay, ay, ay... Üşürsün dedim. Daha çabuk toparlanacaktım bu kez, tut dedim, bırakma peşini, hayatın ateşini... Tut... Sana söz dedim, sana söz yine baharlar gelecek... Söz verdim, ışık sönmeyecek.
ŞEHİRLER GEÇİYOR
Çıkıyordum bu şehirden. Saçlarını dağıtıyordu rüzgar, yeditepe üzerinden. Artık tek yarim İstanbul’du, gel öpeyim gerdanından dedim. Dua gibi, büyü gibi, ezberleyecektim hasretini. Kaçıyordum sözde, ama fark etmiyordu ki? Nereye gitsem yanımdaydı çilelerim, valizimdeydi keşkelerim bilelerim. Kelimelerin gücüne de itimadım kalmamıştı, işim çok zordu artık. Tebdili mekanda da yoktu ferahlık, deneyip görmüştüm. Acı, yeryüzünden büyüktü hep. Yine de eh işte, idare ediyordum. Kendi kendime söyleniyordum sadece, başka bir şehirden ona. Dön bebeğim, hiç tadım yok, acım çok, İzmir bile yanıyor, kara sevdam hasretinden. Annemi aramıştım o zaman, söyledim, yine hatırladı. Her şeyi aklında tutabiliyordu, nasıl yapıyordu bilmiyorum. Aradığımda ona, unutma demiştim, sardunyalara su ver ben yokken, haberleri dinle saat başı, gazeteleri oku kahvaltı ederken. Yap benim yerime bunları. Kıran kırana bu hayat, kavuşuruz elbet bir bağ bozumu demiştim de ağlamıştı annem. Ağlama demiştim yine, herkes kadar aldım acılardan. Aslında tuhaf buluyorlardı bu kaçak hallerimi, bense çok büyük konuşuyordum, onunla kapatmıştım aşk defterimi. Pişman değildim, düşman değildim, ama düşmüştü gözümden. Bir daha geçemem bu yollardan aynı hevesle diyordum.Yalnızlığım yollarıma pusu kurmuş beklemekteydi, bulutlar İzmir’de bile yüklüydü, ha yağdı, ha yağacaktı. Yokluk ve ben başbaşaydık nihayet. Çok zaman geçmesi gerek aradan diyordum, unutmak kolay değildi. Hem ben unutsam kalp unutmazdı ki...Sonradan aydım gerçeğe, daha çok kırılacaktı kalbim. Daha çok üzülecektim. İnsanlık haliydi bu. Üstelik, ne düşünürsem düşüneyim, acıyordu aynı yerden yürek. Herkes yaralıydı, hem de tepeden tırnağa....
ANILAR
Bir mendil hediye etmişti o gün, uyarmıştım onu, mendil verme demiştim, ayrılık demiştim. Dediğim çıktı işte... Yine de hatırla dedim sevgilim, hatırla... İyi haberlerini karala birkaç satırla. Hemen sevme demiştim bir de, azıcık değerim varsa sevmezdi zaten. Şimdi çok uzak bir hatıra gibiydi o yaşadığımız. Oysa ben onun gözlerinin, yalan dolan bakışlarını bile sevmiştim... Ne büyük laf, yalan dolan bakışları bile sevmek... Gerçekle sahtenin karmaşasını bile özlüyordum. Çiçekler açıyordu gözlerimde bir zaman, her umudu söndürmüştük. Özlemiştim çiçekleri...Ona güvenmiştim, öncem, sonram yoktu. Hani her şeyiydim, hani kor dudaklısıydım... Değilmiş meğer!!! Bilmem kaçıncı defa, ayıyordum gerçeğe yeniden. Soruyordum kendime bir yandan, sever mi sevdiğim, aşk insanı hoş tutar mı? Yeter mi tutsa diye... Ne yapmıştım açarken erguvanlar, yas tutmuştum işte. Bir gün daha biterken, hep onu düşündüğüm anları önemli saymış, onun için günlerimi harcamıştım. Kendimi düşünmeyi bile önemli saymayacak kadardım o zaman, beni unutma diyordum ona, sadece beni unutma yeter. Bir gün daha onunla sona eriyordu, her şeyde o vardı. Ayrılmıyordum, sarılıyordum hayallere, ayrılmıyordum sevişiyordum özlemiyle. Her gün bir şey daha bitiyordu aslında, giderek de acı vermiyordu bu biten şeyler. Aldırma deli gönlüm desem, giden gitsin sen şarkılar söyle desem... Aklıma gelen şarkı da beni avutmuyordu. Tutmuyor yerini hiçbir şey, bir daha toplamıyor kaybeden, bıkmıyor dönüyor dünya, işi bu sormuyor bile neden... Gözümün yaşına bakma diyordum, memnunum halimden. İçimden söylediğim şarkıya bak... Tanrı bile kabul etmiyordu dualarımı!! Yine ne büyük laf etmiştim.
ÇOCUK
Sonra beni bu dipsiz kuyudan çocuğum çıkarmaya başladı. Ben de o zaman bana çocuk gözleri verin dedim. Çocuğuma da söyledim, ben öğretmenim, senin öğretmenin, ama öğrenciliğim bitmedi. Ben onun özlemini benimle aynı sanarken, o bir bakışta beni soymuştu. Çocuk büyümekteydi, gün be gün... Dünyanın haline bakıp, güldü geçti... Keşke ben de yapabilsem dedim. Bir gün onu gördüm, uzanmıştı kucağına yarinin. Hiç farkında değildi halimin. Tanrı’ya yalvardım, biz daha ölmedik, bizi de gör dedim. Kuru dallara can veren Allah’ım... Doğum günüydü yavrumun, onu acıttım biraz. Çok acı var dedim, çok ayrılık... İyi ki aşk var dedi bana. Doğum günün kutlu olsun oğlum dedim, biz değiştiremedik dünyayı affet... Daha yolun başındasın dedi, bugün dua ettim hepimiz için... Yüce Tanrı insanı affetsin diye dedi. Sarıldım. Kıvır dedim dünyaya, kıvır... Dön, dansöz dünya dön... Bütün sözler yalandı, önce çocuklardı. El ele, beraberce, belki de olurdu. Bakıyordum gözlerine, hayat pırıl pırıldı. Ellerinde ümitlerimiz vardı, dünyanın tüm pisliklerine sıkılmıştı yumrukları. Bir çocuk doğuyordu, herkes kadar sorumluydum ondan.Anaydım ben, yanmazdı canım dışarıdan... Ümidimi kaybedemezdi kimse... Belki biz görmüştük yanmayı, ölümüne zorlanmayı. Tedavülden de kalkmıştı belki aşk. Ama karşıydım ben her şeye, atın ölümü arpadan olsun dedim. Biraz da imayla, bu yürekleri tuzlayalım dedim, aşk maşk palavra dedim, şikayetim vardı cümle yasaktan, sussam olmuyor, susmasam bir türlü... Ne varsa hepsini içime attım, gene korkmadım çelişkiden, onaylanmayan ilişkiden. Vitrinime değil iklimime gelenleri aradım, attım kendimi ateşlere. Arada ağladım yerli yersiz, yarıştırılıp, yatıştırıldım. Yollara vurdum yeniden... Yola çıkmalı diyerek...HESAPLAŞMA
VE YENİDEN DOĞUŞ
Tüm hatalarımı küçük olduğum için yapmıştım. En başındayken daha, övünmem bu yüzdendi. Kendimi özel ve önemli zannediyordum. Savunmam da bu yüzdendi. Saçmalamam. Sonradan fark ettim, elimde olan sadece yalandan, kocaman, rengarenk, geçici oyuncak zaferlerdi. Ben de batmıştım boğazıma kadar, ama satmıştım da yalancı dünyayı. İmajımı yakıp, u dönüş yapıp, yeniden çıkmıştım açığa. Artık eğlence zamanıydı, düzeneğin ortağı olup, hiçbir şeyi takmadan, çakkıdı çakkıdı oynaşma zamanı. Benim fikrim değildi belki bunlar ama, hoppidi hoppidi hoplatacaktım. Herkesi oyasım vardı, ama yine boşverdim. Çakkıdı, çakkıdı dedim. Çok acı çekip, çok yeniden başlamıştım. Akıllı laflar öğrenmiştim, ne büyük laflardı onlar. Şimdi ise yaz gelmişti, çıktım sokağa, kuralları delme zamanıydı. Meyhanelere gidip kendi şerefime içecektim artık. Bize sormadan adımızı koyup, sınıf sınıf ayıranları takmadan, kavgaysa kavga buyrun gelin diyecektim. Oğluma dedim, beni de böyle üzdüler, dere tepe gezdiler diye. Öyle bir an geldi ki dedim, gençliğim yarım kaldı... Ben annemi istedim dedim. Yine duygulanmıştı annem, baktım ona. Yine ağlama dedim, söyledim ya, herkes kadar aldım acılardan. Sonra... Sırada düğün vardı yine. Parada pulda gözüm yoktu, dileğim bir kız, bir oğlandı. Vurun davullar, güm be de güm güm...Öbürküne, alırım başımı giderim efeler gibi dedim. Hadi diye de meydan okudum, koy yerime birini koyabilirsen. Hadi dedim, unut unutabilirsen. Yenisine baktım... Yüzsüzleşme zamanıydı tekrar. Hey seni yerler dedim, yavrum dedim, herkes peşinden koşuyor, bu kadar cilve yapma, seni ham yaparım dedim. Onu da ikna ettim. Fazla düşünme ne fark eder, bir kere olsun kavra beni.... Baktım kendini beğendirme gayretinde, öyle özenle seçilmiş sözler, arayıp tarayıp buluşturma dedim. Hey dedim, hadi çıkalım. Annem yine benim yüzsüzleşmeme kızmıştı. Şimdi aşklar böyle anne dedim, söyle sevmeyelim de taşa mı dönelim... Öbür dediklerimi söylesem mi diye düşündüm sonra, annem çıkar ağzındaki baklayı dedi. Hepsi senin mi dedim... Her şeyine razıydım aşkın, hadi kasıl kapris yap demiştim... Başkası olma kendin ol yeter. Hepsi senin mi dedim yine... Beni dize getirmişti işte. İtibarımı, söze göze getirmişti. Ufak tefek yaramaz yarim dedim ona ben, fıkır fıkır kaynatıyordu. İster günahınla gel, ister dikenli tel... Fark etmezdi. Aşka yalan, ona haram dedirtmeyecektim. Bir gün beni yabancı biriyle gördü, kızdı. Biz böyle mi gördük anamızdan dedi, ocağına düştüm yavrum dedim, kucağına düştüm yavrum... Fındıkkırandım ben. Sakin ol dinle dedim, herkes bir alemdi. Kimi alaturkaya, kimi lahmacuna takmıştı. Boşver her şeyi, ölümlü dünya, ölümlü insan, ha alim, ha zalim... O kuzenimdi dedim... Biraz da tembellik bürüdü bizi. Oturduk, dinlendik. Esnedik uzun uzun. Homini gırtlak, pufidi kandil, tumba yatak... Dört yanımız taverna, cıs ta ta tak, cıs ta ta tak... Çalkaladık durduk yani, herkese iyi kötü bir şeyler oldu, bir ona olmadı gerçi, bize de öğret dedik de güldü geçti. Çalkaladık, durduk. Bunlar iyi günlerdi, bal gibi yürüyordu lafla peynir gemisi, yürümediği zamanlarda öpe öpe yürütüyorduk. Yaşasın kötülük bile diyorduk. Bu dünyaya bir türlü alışamayan ben, insan içine karışamayan ben, hiç tutunamayan ben, ademi sevmeyen, elmalardan hoşlanan ben, ya lelli o zaman diyip, sallıyordum her şeyi. Ne bilirdim arama sorma beni aman diyeceğimi, onu kovacağımı... Her hayat bir romandı, benim romanımda da inişler çıkışlar olabilirdi. Şimdi de öyle bir hale geliyorduk.
İNİŞLER ÇIKIŞLAR
Göndermiştim zavallıyı. İyiyi kötüyü göze almadan gelme diyerek. Çabuk dönmüştü ama, fark edersen eğer, hemen her şeyi bırak gel demiştim çünkü. Geldiği gün, dökülmüştü yedi verenler, tenimden. Geceler tutuşup, yanıp, sönüyordu. Bedenim alt üst olmuştu, karışıyordu tenime onun tuzu... Vazgeçilir gibi değildi ki bu medcezirler. Bir laf çıkmıştı ağzımdan, yine gitmişti. Ne gururlu, ne saf biriydi. Ben yine şansımı zorluyordum, tutunamamıştım hiçbir şeye. Şiirlere, şarkılara... Temizim, şiir sözlümdü o. Hiç incinmemiş miydi hayattan, kimseyi kırmaya kıyamamış mıydı? Canım, sen bana mı sakladın kendini dedim. Hemen döndü. Sevinmişti. İkinci bahar yaşıyordu ömrüm, mevsimi gelmişti, susamıştım çoktan aşka. Onu gül gibi öpe koklaya büyütecektim. Sonra yine gitti... İyice işi abartmıştı, olduk olmadık şeylere kırılıyordu. İstanbul, İstanbul olalı, görmemişti böyle keder. Bir lodos istedim, bir kürek, bir kayık. Sonra böyle olmayacağını fark ettim. Ona döndüm yine, günaydın de, dedim. Bırak güneş ısıtsın içini, bitmez ki dünyanın derdi. Gel bana, seni pamuklara sarmalar sararım dedim. Ne bedel isterim, ne hesap sorarım...Anadilim aşktı ne de olsa. Önlenemez, durdurulamazdı. Bir bohem, bir isyankardı o. Onun adı aşktı, gerisi yalandı. Derken... Bir gün olan oldu... Bir daha da olmadım ben eskisi gibi....

(...)


Hiç anlamadan, dinlemeden, tanımadığı insanlara da küsermiş insan...

Hiç anlamadan, dinlemeden, tanımadığı insanları anladığına inandığı için...

Hiç anlamadan, dinlemeden, tanımadığı insanlara inanırmış insan...

Hiç anlamadan, dinlemeden, tanımadığı insanların da yaptıklarını sorgulama hakkını görürmüş insan kendinde...

Hiç anlamadım, dinlemeden, tanımadığı insanlara da darılır, beklentileri gerçekleşmedi diye yorulurmuş insan...

Söylenen yalanlar yetmezmiş, üstüne saklanan gerçekler gelirmiş...

"Ah hiç kimselerin vakti yok durup da ince şeyleri anlamaya..."

Şair çoktandır söylemiş...