22 Mart 2008 Cumartesi

SON ŞANS

"Bu senin son şansın" demişti binadan çıkmadan önce Mert'e patronu. Aylardır doğru dürüst bir kare yakalayamıyordu. Patronun sabrı kalmamıştı artık. Uzun zamandır ortalarda gözükmeyen ülkenin önemli yıldızlarından birinin fotoğrafını çekmekti son görevi… Her gün başka biri koşuyor, fakat başaramıyordu. Çok iyi kamufle olmuştu. Mert, bir yandan karanlık sokakta yürüyor, bir yandan şarkı söylerken, bir yandan da yaptığı planın kusursuzluğunu düşünüyordu. "Melek Yıldızlı" hakkında dolaşan bir sürü spekülasyonu belki o cevaplandıracaktı. Başarılı olduğu takdirde bir daha işten kovulmamayı garantiye alabilirdi. Dört katlı küçük taş binaya girip en üst kata çıktı. "Melek Yıldızlı" karşı apartmanda oturuyordu ve bunu bir tek Mert öğrenmişti. İşten kovulursa parasız kalacaktı, bu yüzden büyük bir hırsla sarılmıştı bu son işine. Elinden geleni ardına koymamış, son parasını bu iş için harcamıştı. Bir daire bile kiralamıştı sahibinden, "temiz!" Melek'in oturduğu yeri bulmak için tüm imkanlarını zorlamıştı yani. Çünkü kimse dışarıda onu görmüyor, dolayısıyla takip edip evi bulamıyordu. Mert ise başka yöntemler uygulamıştı. Melek'in yakınlarıyla görüşmüş doğal olarak bir sonuç alamamıştı. Sonra Melek'in oturacağını düşündüğü yerleri dolaşmıştı, yine bir sonuç alamayınca, bu taş binada oturan biriyle konuşmuştu bir yerde tesadüfen. "Melek Yıldızlı" ismini duyunca hemen ona koşmuştu "nerede" diye. Yüklü bir miktar da para önerdikten sonra, şu an geldiği binanın en üst katında oturanlara da çok büyük bir para verip kiralamıştı daireyi. Binaya adımını attıktan hemen sonra, merdivenleri koşarak çıktı. Eve girer girmez camın kenarına yanaştı telaşla. Perdeler sıkı sıkı örtülüydü, sadece bir gölge gözüküyordu sürekli eğilip kalkan. Zaten üç tane cam vardı Mert'in gördüğü cephede gözüken, onların da hepsi kapalıydı. Anlaşılan Melek Hanım kendini göstermemeye kararlıydı. Ama Mert de vazgeçmeme konusunda inatçıydı. Üç saat geçti, dört saat geçti… Saatler birbirini kovalarken, hava da kararmaya başlamıştı yavaş yavaş, güneş batıyordu. Mert altı saattir orada bekliyordu, derken perdeler açıldı, kalp atışları hızlandı Mert'in. Hemen fotoğraf makinesini hazırladı. Ayarını yaptı. Birden gördüğü surat karşısında hayal kırıklığına uğradı. Cama çıkan Melek değildi. Hizmetçisi olduğunu tahmin ediyordu Mert. Esen rüzgar evin perdelerini havalandırıyordu. Hizmetçi odayı topluyordu, üstelik büyük bir hızla. "Melek gelecek odaya, onun için hazırlanıyor" diye düşünüp umutlandı Mert. Yeniden yerini aldı, hazırlandı. Hizmetçi uzun süre hazırladı odayı. Bir eğildi, bir kalktı. Toz beziyle, Mert'in görüş açısı dışındaki bir şeyleri sildi. Sonra ayağa kalkıp, üstünü silkeledi. İyice dik konuma geldi. Arkasını Mert'e dönüp, birini –ve tahminen Melek'i- beklemeye başladı. Bir zaman sonra Mert'in beklediği oldu. Melek Yıldızlı içeri girdi. Hizmetçinin önünde kalıyordu, o yüzden henüz çekmeye yeltenmedi fotoğrafı Mert. Hizmetçinin omzuna dokunarak teşekkür etti Melek. Sonra hizmetçi eğildi ve odadan çıktı. Mert gözünü objektife dayadı. Ayarını yaptıktan sonra, tam deklanşöre basacaktı ki, Melek yere eğildi. Kalktığında Mert gözlerine inanamıyordu. Bir bebek vardı kucağında. Melek Yıldızlı'nın aylardır ortada olmamasının sebebi bu bebekti belki de. "Oğlum Mert, başarıyorsun, sen başarıyorsun…"Deklanşöre bastı, fakat çalışmadı makine. Çekmedi fotoğrafı. Bir daha bastı, bir daha bastı. Olmuyordu. Mert heyecanlanmaya başlamıştı, ne yapacağını bilmez halde, makineyi kendine doğru çevirdi."Allah kahretsin…" dedi Amerikan filmindeki adamlar gibi "emniyeti açmayı unutmuşum." Melek gülüyordu, bakıp bakıp. Tam poz verir gibiydi bebeğiyle. Mert kilidi açtı, fotoğrafı çek… "Olamaz, şimdi zamanımıydı…" Melek arkasını dönmüştü.Tam o sırada bir ses gelmişti, ama Mert olan biteni tam kavrayamamıştı. Onun aklında sadece Melek'in yüzünün gözükmemesi vardı. Mert yine de çekti fotoğrafı. Birkaç tane çekti. Bir süre orada öyle hareketsiz durdu. Melek de gözden kaybolmuştu. Sonra hizmetçi geldi yine, yere bakarak bir şeyler söyledi. Sonra başını salladı ve camları kapatıp, perdeleri sıkı sıkı örttü yine. Mert gitmek için hazırlanmaya başladı. O sırada kapı açıldı, gelenler evin sahipleriydi. "Mert Bey, işiniz bitmiştir tahmin ediyorum. Evimize geldik, paramızı almıştık daha önce zaten, o zaman aramızda bir sorun yok demektir." Yani kibarca, artık gitmelisin diyorlardı. Mert nazikçe teşekkür etti karı kocaya. Büyük bir umutsuzlukla çıktı evden. Fotoğraf karesinde Melek'in olduğunun belli olmasını ümit ediyordu sadece. O gece rahat uyuyamadı, kısa süreli daldığı uykularda gördüğü tek şey, Melek Yıldızlı idi. Hep onun fotoğrafını çekememesini ve kovulduğunu görüyordu. Büyük bir huzursuzlukla uyandı sabah. İşe gitmek için hazırlandı, her zamankinden daha hevessiz. Sabah serinliğinde içi üşüyerek yürüdü çalıştığı gazeteye kadar. Fotoğrafları banyoya verdi, çıkmasını kapıda bekledi. Teslim aldıktan sonra, patronun yanına gitti, filmden çıkan fotoğrafları –ki çok azdı bunlar- teslim etti. Kendisi açıp bakmamıştı, cesaret edememişti bakmaya. Nasılsa sadece Melek'in arkası dönük fotoğrafları vardır diye düşünmüştü. Onlarda da Melek belli olmuyorsa, kovulacaktı. Fotoğrafları patrona uzatıp, biraz sonra idam edilecek mahkumlar gibi beklemeye başladı patronun tepkisini. Patron, fotoğraflara dikkatlice bakıyordu, Mert de patrona bakıyordu. Patron ise yüzünden hiçbir şey belli etmiyordu, ifadesizdi suratı. Ne kızgın, ne şaşkın, ne de memnun… Hiçbir şey… Ölüm kadar sessiz, sonsuzluk kadar uzun bir zaman sonra kaldırdı patron başını fotoğraflardan ve Mert'e bakıp, bir tane fotoğrafı gösterdi. "Bu ne Mert?" diye sordu. Melek Hanım'ın arkası dönük fotoğrafıydı, bir yandan perde uçuşuyordu, Melek Hanım ise fotoğrafın sağ tarafında çok küçük bir alanda gözüküyordu. "Me.. me.. Melek Yıldızlı efendim" dedi Mert titreyerek. "Aferin" dedi patron. Mert bunu kızgınlığına verdi, imalı bir aferin olarak aldı. Bir fotoğraf daha kaldırdı patron, bebek ve Melek'in fotoğrafı. Mert şaşkındı, emniyeti açtıktan sonra eli titrerken titrerken basmıştı deklanşöre belli ki, Melek arkasını dönene kadar bir tane fotoğraf yakalamayı başarmıştı. Patronun yüzü gülmeye başlamıştı. Hemen planı yaptı. "Yarın manşetten bu arkası dönük fotoğrafı yayınlayıp, altına da 'Kim bu kadın' yazıyoruz. Merak uyandıracağız. Ertesi gün, belki de öbür gün, Melek Hanım'ın asıl fotoğrafını yayınlarız. Aferin Mert, sana üç maaş ikramiye, normal maaşına da yüzde elli zam. Aferin oğlum, durdun durdun, en büyük işi başardın." Mert teşekkür etti, yine titrek, kekeme bir sesle. Yüzünde güller açarak çıktı odadan. "Mutlu son böyle bir şey olmalı" diye düşündü. Hayatını kurtarmıştı ve kırk fotoğrafla kazanamayacağı prestiji kazanmıştı bu fotoğraf sayesinde. Artık sırtı ölse de yere gelmezdi.

Hiç yorum yok: