30 Nisan 2008 Çarşamba

Denizlerin Kraliçesi

Tehlikeli demişlerdi bu sulara. Korkmadım yine de, girdim bir cesaret... Zaten korksaydım böyle olmazdı, onca badireyi nasıl atlattığıma ben bile şaşırıyordum. Su soğuktu, hem de çok. Ayrıca akıntı vardı, neyse de yüzgeçlerim sayesinde karşı koyabiliyordum. Sürü halinde gezermişiz biz, öyle ezberletilmiş, halbuki öyle bir zorunluluk yok. Aslında öğretilen hiçbir biyolojik bilgi doğru olmak zorunda değil, siz irademiz yok zannediyorsunuz, ama var. Sürüden ayrılabilirim istersem, ayrıldım da zaten... Kurtlar da yemedi beni. Çok tehlike atlattım ama, dedim ya, çok...
Öncekileri geçiyim de, size son yolculuğumu anlatıyım. Sabah yeni olmak üzereyken başımdan geçen bir hikaye bu. Güneş yüzünü yavaş yavaş göstermeye başlamış, hani ilk saatleri daha sabahın, tatlı bir serinlik...
Boğazmış buranın adı, aldım başımı, girdim boğaza. İstanbul Boğazı, mavi bir yol adeta. Motorlar çalışmaya başlamış. Olanca hızımla, bir dalıp, bir çıkıp yüzüyorum. Görseler beni kıyıdan, "aaa yunus.." diyecekler eminim. Kendimi de seviyorum, beni de çok seviyor insanlar. Ben de onları...
Önüme bile bakmadan gitmeye başlıyorum, o kadar güveniyorum bu hırçın suların bana bir kötülük yapmayacağına...
Derken kuyruğum, kuyruğum... Hareket ettiremiyorum, şöyle bir yüzümü çeviriyorum ki ağlara takılmış. Zorluyorum, olanca gücümle çırpınıyorum ve ağlar yırtılıyor. Yukarı çekeceklerdi beni, ucuz atlattım. Ağlardan kurtulmamın şerefine yüksek bir atlayış yapıyorum, o sırada bir insan bağırıyor, "Allah kahretmesin bu balığı, hepsini öldürmek istiyorum..."
Ne yaptım ben onlara? Ya da ne yaptık biz?
Fok arkadaşlarımı da kafalarına vurup vurup öldürenler insanlardı...
Caretta'ları da kabuklarını parçalayarak öldüren onlar...
Sahi, bizi istemiyorlar mı yanlarında?
Olsun varsın, bütün insanlar kötü değildir, bizi sevenleri de vardır elbet. O bağıran -adam- acımasız(bana öyle geldi ya da), öyle olmuş olamaz gerçi(bana öyle gelmemiştir muhtemelen), gerçekten acımasız.
Aldırış etmemeye çalışarak yoluma devam ediyorum, daha dikkatliyim. Sağda bir motor var, yarış(yapalım m?) Var gücümle peşinden zıplaya zıplaya gidiyorum, motorun üstündekiler de sevinç çığlıkları atıyorlar, mutlu olmuşlar. Ben de mutlu oldum.(Demek hepsi acımasız değil bu insanların.) Bana ekmek atıyorlar, ayıp olmasın diye yiyorum. Oysa denizin içinde bir sürü balık var ve hepsi beni bekliyor. Hoş boğazda pek balık kalmamış. Görüş açım da muhteşem değil, ne yapmışlar burada. Motorun yolu kıyıya doğru... Ben boğazı geçmeliyim. Ayrılıyorum, hoşçakalın insanlar...
O da ne, az daha bir motorun pervanesi beni ezip geçiyordu. Ucuz atlattım sanırım. Neden böyle oldu ki sanki? Tehlike bu muydu?
Ohoo vız gelir... Ben neler neler gördüm. Devam etmeliyim yoluma, yine bata çıka... Ara sıra, varsa bu saatte uyanan insan -ki var, gördüm- görsünler beni diye, gösteriler yapıyorum. Yine bir zıplayışımda duyduğum bir sesle dehşete düştüm: "Yakalayalım, işte bir yunus, çocuklara gösteririz hem, ağlarımızı parçalıyor bunlar, rahat rahat avlanmış oluruz..." Ve anında bir ok geçti yanımdan. Tehlikedeydim.
"Zıpkını bana ver" diye bağırdı ötekisi. Hızlanmam gerektiğini söylüyordu içimden bir ses. Suyun dibine kadar girdim, ama nefesim tükendiğinde yeniden çıkmak zorunda kalacaktım. Olsun, idare ediyordum uzun süre. Hızlı hızlı yüzmeye başladım, motor sesi uzaklaşmıyordu bir türlü, hafiften arkama bakar gibi oldum, bir baktım da tam arkamda, hemen sağa saptım ve tüm gücümle zıpladım, bir zıpkın daha geçti yanımdan. Dehşet içindeydim, "ne yaptım ben size" diye haykırdım, "bu deniz benim, sizin değil." Anlamadılar, sadece ciyaklama olarak gidiyordu onlara sesim.
"Burası benim evim, evime ağlarınızı atıp, benim rahatımı kaçıran sizsiniz. Bunu yapmaya hakkınız yok" diye bağırdım... Anlaşılmayacağımı bile bile, olsun varsın diyerek.
Hızla hareket ettim... Hızla...
Kıyıya çevirmem gerekiyordu rotamı, oraya gelemezlerdi. Onların dilini anlayabilmem ne şanstı -siz anlamıyorum sanıyordunuz-, kıyıya hızla yüzmeye başladım.
"Lanet olası balık, kıyıya gidiyor, ama hırs yaptım, peşini bırakmak yok."
Bir kadın, yalısının bahçesine çıkmış -bu kavramları da bilmiyorum sanıyorsunuz, ama hepsinden haberim var- oturuyordu. Oraya doğru gitmem gerektiğini anladım, bu kadın beni koruyabilirdi. Tüm gücümü verdim, hızla hızla... Bir yandan zıplayıp, vücudumu tüm kütlesiyle suya bırakıyordum kadının dikkatini çekmek için. Daha da hızlandım, gitgide yaklaşıyordu yalı... Nihayet kadın ayaklandı, gözlerini kısıp bakmaya başladı, o kadar uzağı da görebiliyordum, -çok da uzak değildi aslen.-
Biraz daha yaklaştım ve kadın tam manasıyla görünür oldu, elini kaldırdı motordaki gözlerini kan bürümüş insanlara.
"Ne yapıyorsunuz siz?" diye bağırdı.
"Ağlarımızı parçalıyor bunlar, biliyor musun abla?"
"Öldürmeniz için yeterli gerekçe değil, siz iki balık avlayacaksınız diye bu hayvancağız canından mı olsun?"
Haklısın abla dedim içimden.
"Ama abla, ekmek götürmemiz lazım eve, balık avlayıp toplayıp..."
"Bu hayvanları rahat bırakacaksınız, bu yunus benim bundan sonra, çekin gidin şimdi evimin önünden, rahat bırakın..."
"Bir hayvanat için değer mi abla böyle bağırmaya?"
Ben çırpınıyordum, bir yere kaçmak istiyordum, ama kaçmıyordum niyeyse. Güvende olduğumu sezmiştim.
"Kapayın çenenizi ve defolun, ne demek bir tane hayvanat.. Sizsiniz hayvan, bunları öldürüp de sonra 'ben insanım' diye gezebiliyor musunuz? Ne bilsin o senin ağlarını, o sadece canının derdinde, canını kurtarmaya çalışıyor o vahşet dolu ağlarınızdan. Defolun, gidin, şimdi gidin, hemen..."
Adam korkmuştu kadından galiba ki, motoru ters istikamete çevirdi ve uzaklaşmaya başladı. Ben de "teşekkür ederim" dedim "ablaya" -böyle demem gerekiyordu sanırım- ve o her daim gülümseyen yüzümü çevirdim ona doğru.
"Canım, bir şeyin var mı, bir yerine bir şey yaptılar mı? Korkmuşsundur da sen şimdi, burada bekler misin beni, içeriden sana yiyecek bir şeyler getireyim."
Ayaklarını sürüye sürüye içeri gitti, "ben buradayım" diye bağırdım. Dalıp dalıp çıktım, sağa sola volta atar gibi gittim geldim. Sonra kadın gözüktü evin içinden, sevindim. Bir kova ve içinde balıklar getirmişti. Yanında da küçük bir kız vardı.
"Bak bu benim torunum, seni çok seviyor, korkma sen, yeni gelen nesil sizi sevecek, koruyacak, daha 'insan' olacak, korkma sen..."
Korkmuyordum... Attığı balıkları yedim.
"Bu balıkları ben tuttum evimin önünden oltayla, korkma, o sana zarar veren ağlarla yakalanmış balıklar değil. Hem bütün balıkçılar da onlar gibi değil, zararsızca balıklarını avlayıp gidenler de var."
Ciykledim -ne biliyim, öyle demek geldi içimden, ciyklemek-, attığı balığı bir çırpınışta yuttum. Kız kahkahalarla gülüyordu.
"Adı Deniz olsun mu babaanne" dedi, "olsun" dedi kadın.
"Adım deniz" diye ciykledim.. "Denizlerin sahibiyim..."