8 Temmuz 2008 Salı

Deprem

Öykü içerisinde gerçekleri de barındırmaktadır.

Sabah erken çıktık yola, oğlumla beraber. Henüz beş yaşındaydı, gülümseyen bir yüzle bakıyordu hayata... Farkında olmadan hiçbir şeyin, gülücükler saça saça etrafa, yaşıyordu, yaşadığının tadına vararak... Ben de mutluydum ya, tatile gidiyorduk işte beraber.
Yalova'dan geçtik giderken, vapuru, otobüse binişimizi saymıyorum. Yalova'dan bir yazlığım olsun istedim, insanlar yeni yeni başlıyordu güne. Ekmeklerini, gazetelerini almışlar kahvaltıya hazırlanıyorlardı belki. Ya da denize gireceklerdi az sonra, mayoları üzerinde olanlar da gördüm zira. Otobüs camından bakarken imrenmiştim onlara, halbuki beni de güzel bir tatil bekliyordu Erdek'te...
İstanbul'dan altı saat süren bir yolculuk sonrasında vardık Erdek'e. Cenk'e İstanbul'u gezdirmek için götürmüştüm onu, baba oğuz güzel bir gezme yapmıştık. Terminalden, evin-yazlığın olduğu sahile kadar yürüdük, ben, oğlum ve eşim. Eşim bizi karşılamaya gelmişti. Öğlendi, sıcaktı, çok sıcaktı. Hiç hatırlamıyordum öyle sıcak, boğucu, kasvetli bir sıcaklık. Sahilde, önceleri yazlık sinema olan, sonradan otoparka dönüştürülmüş alandaki apartmana girdik. Yazlık sinemayken orası, ne güzeldi her şey. Ninja Kaplumbağalar'ı izlediğimizi hatırlıyorum orada, her şeyi yakıp yıkmaya meraklı insan, orayı da yok etmişti işte.
Eve yerleşip kendimizi sahile attık. Plaj sıcaktan bunalanlarla dolup dolup taşmıştı resmen, herkes denizdeydi, kenarda oturan kimse yoktu diyebilirim. Gül de, oğlumuz Cenk'i alıp hemen girdi denize. Ben biraz oturup öyle gittim. Biraz yüzüp çıktık, şaşırtıcıydı, zira rüzgar başlıyordu. Ne üşütüyor, ne terletiyor, değişik bir rüzgardı. Daha çok ürpertiyordu sanki, Gül "bu rüzgar deprem rüzgarı" dedi. Çok sonraları öğrendim ne demek istediğini, tanıdım, hafızama kazıdım adeta. Hava serinleyip de gün batmaya dönünce eve gittik, üzerimizi değiştirdik banyolarımızı yaptıktan sonra. Sıcak suyla yıkanmak zor geliyordu yazın, soğuk suya da oldum olası girememişimdir, ılık suyla yıkandım. Yemeğimizi yedik, sonra Gül gitti, ertesi gün okulda -öğretmendi- birkaç işi vardı, pazar diye gelmişti zaten Erdek'e. O işleri halledip gelecekti Gölcük'teki evimizden buraya... Asıl Gölcük'te yaşıyorduk yani.
O gitti, biz de Cenk'le dışarı çıktık. Çay bahçeleri vardır Erdek'in sahilinde ilk olarak, sahilden giderken bir yandan içerilere bakıyordum tanıdık görürüm diye. Naci Bey'i gördüm, merhabalaştık. "Biraz yürüyüp eve döneceğiz, yorgunuz, yarın görüşürüz" dedim. Sonra Mahmut'u gördüm, "kapıların kapandı herhalde, düşeş atıyım mı sana" dedim, "sen düşeşi kendine at önce, bir kere yendin mi beni?" diye nazire yaptı. Kızarıp bozarıp "şeytanınız bol olsun" dedim, uzaklaştım oğlumla. Çay bahçeleri bitti sonra, "öğretmenevinin olduğu yere kadar yürüyelim mi, hem parkta seni salıncağa bindiririm dedim" Cenk'e, bir "yaşasın" çekti, anladım istiyor gitmeyi oraya...
Gökyüzünde normalden fazla yıldız vardı, oldukça fazla. Bir köşede, henüz parka gelmeden, fayton gördü Cenk. "Binelim" dedi, "olmaz" dedim, "paramız yok yanımızda." Ağlamaya başladı, bütün Erdek duyuyor olabilirdi ağlamasını. "Gel salıncağa bindiriyim seni" dedim, vazgeçmişti, faytona takılıp kalmıştı adeta. "Binemeyiz, laftan anla biraz" dedim sert bir ses tonuyla, anlamadı, ağlamaya devam etti. "Eve dönüyoruz, yürü" diye payladım bir güzel, hızlıca yürütmeye başladım. "Fayton" diyip duruyordu bu esnada hala, ben de hiçbir şey söylemeden elini güçlüce sıkıp adımlarımı hızlandırıyordum. Anlıyor olması gerekirdi, anlaması lazımdı.
Hava yeniden sıcaklamıştı bu arada, bir basıklık çökmüştü sanki. Eve girer girmez odama girip yatağıma uzandım, "sen de içeride yatacaksın, yarına kadar ne hata yaptığını düşünüp anla, o zaman alırım seni buraya" dedim, cezalandırdım kendimce. Yattık... Büyük bir gümbürtüyle uyandım, tarih 17 Ağustos, saat 03.02'ydi. Sallanıyorduk, hayatımda hiç görmediğim bir şekilde sallanıyorduk. Kalkamadım yerimden, çok korkuyordum, oldukça çok...
Ne kadar sürdü farkında değilim, birkaç parça eşyanın kırıldığını duydum içerde. Neden sonra, sarsıntı durdu. Hemen içeri koştum, Cenk uyuyordu. Ne kadar derin bir uykuydu bu, "Cenk" dedim, "Cenk" dedim gözlerini açtı. "Yangın mı çıktı" dedi, "deprem oldu" dedim. "Hadi çıkıyoruz." Hemen pijama altını çıkardı şortunu giymek için, "şimdi sırası değil onun, hadi olduğun gibi, pijamanla çık, bir şey olmaz" diyerek sürükledim. Koşa koşa indik apartmanı ve Erdek Çay Bahçesi'ne gittik ilk sıradaki... Akıllı bir davranış değildi kuşkusuz denize sıfır bir yerde oturmak, daha sonra yapacağımız birçok şey gibi bu da...Biri çıkıp "merkez üssü Erdek'se geçmiş olsun, yoksa marmara yıkıldı demektir" dedi. Korktum, cidden çok şiddetli bir depremdi. Televizyonlar uyanmamıştı henüz mevzuya, uyanırlardı yakında elbette.
Yarım saat sonra bir kanal kesti yayınını, "merkez üssü Gölcük olan, 6.7 büyüklüğünde bir deprem meydana geldi" dedi. Dünya başıma yıkıldı sanki, hemen eve koştum, telefona sarıldım, aradım düşmedi numara. Birkaç kere daha aradım, Cenk çay bahçesindeydi, hiç düşmedi numara... Elektrikler kesilmedi neyse ki, ama bir sarsıntı daha oldu, telefonu açık bırakıp dışarı koştum korkup. Bu iş şakaya gelmeyecekti.
Bölgelerden ilk haberler gelmeye başlamıştı, İstanbul'un yarısı yıkıldı diyorlardı, Adapazarı haritadan silinmiş, İzmit diye bir yer kalmamıştı. İmrendiğim Yalova toptan gitmişti. Zaten Marmara Bölgesi artık yoktu... Bu abartılı -tabii bu 'katliamın' haberleri yeterince abartılıydı insan aklına göre ama- haberlerden sonra gerçek şeyler duymaya başladık. Bir adamla, kadın ağlıyordu. "Biz Gölcük'ten geldik, evimiz ne halde acaba şu anda" diye.
Çay bahçesinde kah oturup, kah panikten kalkarak geçirdik geceyi. Gölcük'lü çiftle samimi oldum bu arada, oyaladım onları. Sabah olunca evimize davet ettim, gün ışıdığına göre girebilirdik artık, ne de olsa gündüz deprem olmazdı(!)
Otel odalarını boşaltıp geldiler evimize, birazcık telefon açma denemesinde daha bulundum, yine başaramadım. "Biz dayanamıyoruz" dediler, "Gölcük'e gitmek istiyoruz."
"Benim de eşim Gölcük'te" dedim, ne iyi olurdu beraber gitseydik. Belki birazcık beklesek ortalığın durulmasını daha iyi olurdu ama hepimizin aklı oradayken Erdek'te daha fazla duramayacağımızı anladık. Evi kapattım, indik aşağı ve arabaya binip yola çıktık. Makul sayılabilecek bir hızda gidiyorduk, Gölcük girişinde Jandarma karşıladı bizi. "Nereye gidiyorsunuz, neden geldiniz?" diye sordu, "evimiz burada, tatildeydik biz" dedik, bunun üzerine geçişe izin verdiler. Gördüğüm manzara karşısında dehşete kapılıyordum, Cenk soran gözlerle bakıyordu bana. "Yok bir şey oğlum" dedim, "ceza verdi polisler, o yüzden böyle burası."
Zavallı birden niye buraya geldiğimizi anlamamıştı elbette. Şehrin sahil bölümü denizin içindeydi, binalar, ağaçlar, direkler... Ayakta çok fazla bina kaldığını söyleyemezdim, insanlar panik halindeydi, zaten arabayla daha fazla içeri giremedik. İnip yürümeye başladık, korkum çoğalıyordu gitgide... Yürürken gördüğüm manzaraları ömrüm boyu aklımdan atabileceğimi sanmıyordum.
Gölcük'lü çiftin evine vardık, ama ortada bir ev yoktu. Birbirlerine sarılıp ağlamaya başladılar, komşularını, arkadaşlarını kaybetmişlerdi orada belki, kim bilir... Hiç ses çıkarmadan bekledim onları, sonra kollarına girip götürmek istedim, Gül'ü de merak etmiştim iyiden iyiye. Birazcık daha yürüdük, bana saatler gelen bir süre sonra sürekli önde tuttuğum başımı, Cenk'in "anne" diye bağırmasıyla kaldırdım. Gül karşımda duruyordu, "sana ulaşmaya çalıştım" dedim ilk, "ben de" dedi. Birbirimize sarıldık, evimiz ayakta kalmamıştı, ama Gül kurtulmuştu. "Hakan'ların köpeği durmadı, nasıl havlıyor inanamazsın. Kapıları tırmalamış resmen, Hakan da dışarı çıkarıyım demiş. Sese uyandım, dedim hazır uyanmışken eşlik ediyim ona, indik aşağı hemen. Sonra yer ayağımın altından kaydı sanki, bir baktım evimiz gidiyor, gözümün önünde ev çöktü, çok korktum..." Ağlıyordu anlatırken, bizim de komşularımız vardı muhtemelen binada, tanıdıklarımız gitmişti. Öyle durduk sadece uzun süre, etrafa bakarak, Cenk de tanıdığı, yaşadığı yerin bu hale niye gelmiş olduğunu anlayabiliyordu zannediyorum, polis amca yalanını yuttuğunu sanmıyordum hiç. Sessizliği bozan ben oldum, "Erdek'e gidelim, burada yapacak bir şeyimiz yok" dedim. Sessizce başlarını sallayarak onayladılar.
Yeniden arabalarına bindik, "sizi bizim evde misafir ederiz" dedim. Sonrasını uzun uzun anlatmaya gerek yok ama, yaptığımız bazı şeyler şimdi mantıksız gelmeye başladı. Bir gün deprem fırtınası yaşandı, 25 Ağustos falan olmalı. Belediye anons yaptı evlerde kalmayın diye, peki dedik, açık bir araziye gittik, faytonların durduğu. Açık dediysem orada sandalyelerde oturduk, bazı insanlar sahilde, plajda uyudu. Biz de apartmanın dibinde, yıkılsa üstümüze yıkılır yani. İnsan mantıklı düşünemiyor ki, bir de saat üçte olurmuş gibi deprem, üç oldu ve evimize geri döndük.
Depremden sonra yirmi gün falan geçmişti, yeni arkadaşlarımız daha fazla dayanamadılar, "Gölcük'e gidelim, bir daha bakalım ne durumda" dediler. "Peki" dedik ve beraberce çıktık yine yola. Sonunu söylemeliyim, o çift Erdek'e yerleşti, zor oldu toparlanmaları tabii, biz de Erdek'teki evimizde kalmaya devam ettik bundan sonra. Hayatımızı normale sokmaya çalıştık, Gölcük'te gidenlerin yasını tuttuk, tüm marmarada gidenlerin yasını tuttuk.
Kaldığımız yere dönelim, Gölcük'te evlerimizin olduğu yerlere gittik. Gezdik turist gibi... İlk defa bu boyutta bir şey görüyordum, Cenk üzerinden çabuk atmıştı şoku, oyuna çevirmeyi bilmişti bütün bu olanları. Zaten biraz sonra ufak olduğu belli olan bir evin enkazına koştu elimden kurtulup. En tepesine çıktı, "güç bende artık" dedi gülerek elini yukarı kaldırıp. Kızdım falan ama... Çocuk işte...

Hiç yorum yok: