31 Temmuz 2009 Cuma

Bir Doğu Gezisi

Büyükşehir'in stresinden bunalırmış insan, böyle bir yolculuğa çıkmadan anlaşılmıyor bu. On iki gün boyunca "ufak" çaplı bir doğu gezisindeydim.

Erzurum Ekspresi'nin yataklı vagonunda, otuz saatlik bir yolculuk neticesinde Ankara'dan Kars'a indim. Tren öyle bir şey ki, insan sıkılmıyor. Demiryoluna hayranım. Terk edilmiş istasyonların hüznü, yıkık binaların içinde barındırdığı anılar, gelip geçen trenler... Yolları kim bilir kaç kere arşınlamış makinistler...

Tren hep hüzün simgesi olarak kullanıldı belki şarkılarda, "kara tren gecikirdi" ya da "trenler çığlık çığlık ayrılık katar" idi... Bu kez öyle değil benim için. Mutluyum, doğuya gittikçe daha da mutlu oluyorum. Büyük şehirlerden uzaklaştıkça daha mutlu olmaya devam...

Sağımda koyunlar otluyor, solumda köylüler yeni uyanmışlar, tarlayı sürüyorlar. Öğlen 3.25'te kalkıyor tren Ankara Garı'ndan, akşam saat 9.30 gibi Kars'a varıyor. Gelişmemiş, ya da gelişmiş... Doğal ama. Eski Rus binaları hüküm sürüyor şehirde halen, Kars'ın gizli zenginleri var Kars'lılara göre ve çoğu binanın sahibi onlar. İhmalkarlar, bu yüzden binalar bakımsızlıktan yıkılacak gibi neredeyse. 12 yıl önce, Ağrı'da yaşamıştım üç yıl, o günden bugünlere oranın "doğasında" değişen bir şey olmamış. Kars'ta da halen, yolda her an bir koyun sürüsüyle karşılaşabiliyorsunuz.

İlk gün Kars Kalesi yolunda, doğaya hayran kalıyorum. Sağ-sol hep eski binaların yıkıklarıyla dolu, dağ taş harabe... Ağaçların arasında üniversitenin yerleşkesi, kim okumak istemez ki orada aslında. Kale, simge durumunda. Şehrin çoğu yerinden gözüküyor. Bir top duruyor kalede. Yerler madımak dolu(sebze olan madımaktan). Bileni az, bırakmışlar, pişirip yemiyorlar galiba. Zindanları, kale burçları... En tepesine kadar çıkılmıyor, kapısı kapalı. Bir çay bahçesi var kalede, yüz veren yok pek. Haklılar tabii, o tarih dokusunda, tüm şehire hakimken insan ne çay düşünür ne başka şey...

Kaleden yürüyerek aşağı inerken, yıkık durumdaki hamamlar, türbeler, selçuklu yapısı camiiler dikkat çekiyor. Bir tanesini Lalahan yaptırmış, sonra bir evliya gelmiş yatmış oraya, adı Evliya Camii olmuş, yani zavallı Lalahan gümbürtüye gitmiş Evliya yüzünden...

O civarı gezmek keyifli, eğer Halk Eğitim Merkezi gibi bir yer var, oradaki görevlilerle konuşabilirseniz de bir hamamı bile gezebiliyorsunuz. Kadınlar için büyük bir seferberlik başlatılmış, bilgisayar kursları açılmış. Gönüllülük yöntemiyle çalışılıyor ve gönüllüler de büyük bir şevkle halkı eğitmeye adamış kendisini. Unutmadan Kars'ta su bol, kaldırımlarda falan halı yıkayanları kimse yadırgamıyor, dağ taş dere tepe su orada. Kars Müzesi'nde de civardaki arkeolojik kalıntıları görebiliyorsunuz, müzenin hemen yanında Kazım Karabekir'in vagonu var. Orayı da geziyoruz, görevlimiz içiniz döküyor bize. "Ben bu cahil kafamla anlıyorum bunları, satıyorlar memleketi, insanlar, okumuş yazmışlar nasıl göz yumuyorlar ona aklım ermiyor işte. Ben dilliyim de biraz, sokakta konuşuyordum, arkadan bir yaşlı amca yanaştı, 'yavrum' dedi, 'kömürler, pirinçler yığılıyor her gün kapılarımıza, git de bak' dedi."

Ertesi gün rota Ani Harabeleri... Toprak bir yoldan gidiliyor, yol yapım var belli ki. (Bu arada Kars'ta da yoğun bir asfalt çalışması var, Abdullah Gül gidecekmiş, yoksa halkı düşünen yok tabii.) Bir süre sonra telefonuma mesaj geliyor, "Yurtdışında 3 SMS bizden hediye." Çok geçmeden anlıyorum ki, şebekem Ermenistan'dan almaya başlamış sinyali.(RA-ARMGSM) Sol tarafımız Ermenistan köyleri, sağ tarafımız da Türkiye'ye ait. Taksi şoförümüz diyor ki, "sorun politikacılarda, bu köylerin, insanların hiçbir sorunu yok, kendi aralarında ticaret bile yapıyorlar."

Sınırları kafamızda çiziyoruz, aramızda Arpaçay var sadece, başka hiçbir şey yok. Ani Harabeleri eskiden Jandarma izniyle geziliyormuş, artık herkese açık. Bazı spekülasyonlar var. Ermenistan toprakları oradan çok yakın, bir anfi-tiyatro yapıyorlar sanki oraya. Otobüslerle insanlar getirip seyrettiriyorlarmış harabeleri. Bir de taş ocakları var tam karşıda, halktan bazı kişiler diyor ki, Ermenistan bilerek yoğun patlamalar yapıyormuş o ocakta ki harabeler zarar görsün... Ne derece doğru bilemem tabii.

Yıkık bir kilise var harabelerde. Niye öyle yıkık derseniz, yıldırım çarpmış diyorlar. Harabelerin arazisi oldukça geniş, şöyle ki biz 4 saati aşkın bir sürede gezdik. Yolunuzu düşürürseniz pişman olmazsınız.

Kars civarında Sarıkamış ve Kağızman'ı da görebildim, Kağızman'a yağmurlu bir günde gittik. Sarıkamış'ta ise, Katerina'nın Köşkü'ne gittik ilk olarak. Eskiden oranın Askeri Birliği'ne ait bir karargah olarak kullanılıyormuş. Sonrasında Kültür ve Turizm Bakanlığı'na bağlanmış. Şu an yıkık-dökük durumda. Berbat yani, hayal bile edemezsiniz... Araştırdım, Hürriyet'ten Yalçın Doğan yazmış, ama hiçbir hareket yok halen. Orası bir otel yapılsa, hatta bir yemek yeme yeri... Ne kadar güzel olur, biraz fazla tamire ihtiyacı var yalnız şu an.

Bir gün de Çıldır Gölü kıyısından, Ardahan'a gidiyoruz. Ilgar Geçidi üzerinde bir çeşme var, hayatımda içtiğim en güzel su... Yamaçlarda kalmış karlardan da yedik.(inanın kar yenir ve çok güzeldir.) Damal'ın adını duyanınız var mı bilmiyorum, ama hepiniz dağın üstüne düşen Atatürk Silueti'ni biliyorsunuzdur. Damal Belediyesi güzel tanıtıyor ama, çok eksiği var. Öncelikle, yolun ortasında Atatürk Silueti yazan bir tabela var ama, saat kaçta düşüyor o siluet, hiçbir bilgi yok. Damal Belediyesi'nin şenlikleri de var, lakin şenlik afişlerinde de saate dair bir bilgi yok, hatta ve hatta Damal'ın sitesinde de yok... Atatürk Silueti'nin düştüğü yerde iki çocukla konuşuyoruz, ne yazık ki silueti göremiyoruz, çünkü saat 18'de düşüyormuş gölge, biz gittiğimizde henüz 12'ydi... Çocuklar her gün görüyorlarmış, biri yedinci sınıfı bitirmiş, "SBS nasıl geçti" diyoruz, "girmedim ki" diyor. "Niye" sorumuza verdiği cevap o kadar acı ki, "okumayacağım ben." Gerekçesi "paramız yok" ve "koyunları, inekleri kim otlatacak?" Baskı yap ailene, okutsunlar seni diyoruz, ama para yoksa yok yani...

Damal'ın içinde bir evden Damal Bebeği alıyoruz. Sonra da yolumuza devam ediyoruz, Türkgözü'ne gidiyoruz, Gürcistan Sınır Kapısı'na... Oradaki gümrük memuruyla sohbet ediyoruz biraz, yine harika manzara eşliğinde oradan Posof'a iniyoruz. Ardahan'a bağlı bir ilçe Posof ve orada karnımızı doyuruyoruz Öğretmenevi'nde. Yalnız insanlar o kadar sıcak ki, Damal'da herkes "buyrun silueti beraber bekleyelim" diyor bize, çaylar ikram etmek istiyorlar. Kibarca reddediyoruz, yolumuz uzun diyerek.

Posof'tan sonra Ardahan'a da uğrayarak Kars'a geri dönüyoruz. Sıradaki konaklama yerimiz Iğdır. Haydar Aliyev Parkı'nda dondurma yiyoruz ki bir dondurma ancak bu kadar güzel olabilir. Iğdır'ın iklimi oldukça değişik etrafına göre, Ağrı Dağı'nın dibinde olmasına rağmen o kadar sıcak ki... Şehir olarak daha gelişmiş. Orada bir gece kalıp, yola devam... İstikamet, Nahcıvan... Bu arada Kars-Iğdır yolu Ermenistan sınırına oldukça yakın ve yolda askerler oldukça fazla, tabii bunda terörün etkisi de mutlaka vardır.Belli bir saatten sonra yoldan geçenlerin isimlerini de yazıyorlar.

Nahcıvan'a Iğdırlı Turizm gidiyor. Azerilere çok sert davranıyorlar, içi acıyor insanın adeta. Türkiye'nin muamelesi de iç sızlatıyor Azerilere... Azerbaycan(yani Nahcıvan) tarafında, gümrükte X-Ray cihazına kadar her şey tamameken, Türkiye bavulları tek tek açtırmak gibi ilkel ve insanlık dışı bir yol izliyor. Azeriler de refleks olarak oldukça sert davranıyorlar Türkiye Türklerine... Azeriler rüşvete düşkün bu arada, "şirinlik" diyorlar rüşvete... "Hörmet edin" diye diye alıyorlar paraları uyanık olmazsanız. Azerbaycan'ın Türkiye'den hala vize istiyor olması (yakında kalkacakmış) ne kadar ayıpsa, Türkiye'nin Azerilere ancak bir ay izin vermesi o kadar ayıp...

Altı yıl önce Bakü'de bir ay yaşamış ve Azerbaycan'a hayran kalmış biri olarak Nahcıvan da aynı şekilde büyülüyor beni. O eski araçlar, belli bir havası var Azerbaycan-Nahcıvan'ın. İnsanlar Türkiye'yi çok seviyorlar, politikacılara kızıyorlar gerçi, "yalnız bıraktınız bizi, eskisi gibi sahiplenmiyorsunuz" diyorlar. Başka şeylere kızıyorlar da, şimdi kalsın onlar... Yine de genel olarak büyük bir sempati hakim. (Oranın Mit'inin, yani Milli Tehlükesüzlük Nazirliğinin fotoğrafını çekme gafletinde bulundum, içeriden fırlayan polis ise Türkiye'den geldiğimi öğrenince fotoğrafı kibarca sildirip, teşekkür etti.) Halk ya çok fakir, ya çok zengin. Sovyet alışkanlıklarını atamamışlar üstlerinden, devletten bekliyorlar her şeyi, birçok toprak ekilmemiş biçimde duruyor.

Badabat tepede harika bir yer, çiçekler, doğa şahane... Nahcıvan merkezi de aynı şekilde.Bakü'ye kara yoluyla gitmek istiyoruz, ama otobüsle 16 saat sürermiş. Arada Ermenistan işgalindeki Dağlık Karabağ bölgesi var çünkü, Türkiye'yle Azerbaycan'ın ilişkisini de kesiyor, Nahcıvan'la Azerbaycan'ın da... Nahcıvan da özerk olduğundan kendi haline bırakılmış, Azerbaycan'a göre bile daha az gelişmiş. Taksicimiz bir hikaye anlatıyor, diyor ki "Haydar Aliyev Karabağ'ı parça parça sattı Ermeniler'e, sonra bir baktık kalmamış hiçbir yer, Ermeni işgalinde oluvermiş orası." Tanıdık geliyor mu bu hikaye bilmiyorum(!)

Nahcıvan'da 2 gece yatıyoruz ve sonra yine istikamet Kars... Ertesi gün de Ankara... Yolda AKP'nin kömürlerinin sevkiyatını görüyoruz. Kondüktörümüz "durmak yok yola devam diyoruz" diye övüyor(!) kömürleri göstererek.

İçimiz yıkanmış bir şekilde iniyoruz Ankara'ya trenden... Arkamızda bıraktığımız Ağrı Dağı, Kars, Iğdır, Ardahan, çiçekler, sular, doğa, karlar, şelaleler, koyun-inek sürüleri... Harika bir doğa, muhteşem bir manzara... Sağlıklı hayat...

Taksiyle eve giderken bir araba sinyal vermeden önümüze çıkıyor, ani fren yapıyor taksi... "Hoşgeldin stres, hoşçakal doğal hayat..."

Büyükşehir'den soğuyor insan.... Hele bu zamanda.

Doğu Gezisi Günlükleri-4

23 Haziran Pazartesi

Bu sabah sekizde kalktık. Aşağıda kahvaltı yaptık. Sonra yine Ferit Bey'i arayarak yola çıktık. Ani Harabeleri'ne gidiyorduk. Yarıcı mıcırlı, yarısı toprak bir yol. Yolun öyle olmasının sebebi şuymuş: Geçtiğimiz sene doğalgaz borusu döşemek için kazmışlar. Sonra kapamışlar, sonra yine kazmışlar. Sebep? 2 boru döşenecekmiş meğer! Ayrıca buradaki şeker fabrikasında ihtiyaçtan fazla adam çalışıyormuş, çünkü kendi adamlarını zengin ediyorlar, üstelik 2 milyar üstü maaş alıyorlarmış.
Yolun sonuna doğru -40 dakika kadar sonra- GSM şebekem değişti, sağ tarafımız Ermenistan'dı ve sinyali Ermenistan'dan almaya başlamıştım. RA-ARMGSM isimli hatta geçti telefonum. Taksicimiz oraya gitmiş, çok misafirperverlermiş. "Sorun büyük ölçüde politikacılarda yatıyor" diyor. Sonra Ani Harabeleri'ne gittik. 50 YKR-1 TL gibi fiyatlarlar topladıkları çiçekleri satan çocuklar önümüzü kesti.
Sonra harabelere girdik. Girişte bizi bir yavru köpek karşıladı. İlginç ve büyük bir yerdi. Karşı tarafta bir Ermeni köyü vardı, ayrıca Ermenilerin inşaat çalışmaları... Amfi tiyatromsu bir şey yapıyorlardı örneğin. Yıkık kiliseler, camiiler, binalar vardı. Ev yapıları çok ilginçti. Gagik Kilisesi'ndeki antik Yunan döneminden esinlenmiş desenli sütunlar ve bina yapısı da öyle... Sarayın içini gezdik, alt kata bile indik. Bir sürü küçük kuş vardı. Bir kiliseye yıldırım düşmüştü ve ortadan ikiye ayrılmıştı. Çok güzel bir ortamda, bir depremle yıkılmış, kiliseden, harabe haline gelmiş evler... Ani Harabeleri ve Ören Yeri gittiğimiz yerin tam adı. Gürcü kilisesi vardı, camiinin minaresine çıkan merdivenler de açıktı, ama çıkmak yasaktı tabii... Sonra Kars'a döndük. Gazi Ahmet Muhtar Paşa Konağı'nı gezdik. Kars savaşları ile ilgili fotoğraf ve resimleri gördük. Sonra orduevine geri döndük, biraz dinlenip yemek yedik. Gezelim Görelim izledik, Yol Arkadaşım izledik.
Ani Harabeleri'nde bir İsrailli çift ile bir de Türk çifte rastladık.