22 Mart 2008 Cumartesi

SON ŞANS

"Bu senin son şansın" demişti binadan çıkmadan önce Mert'e patronu. Aylardır doğru dürüst bir kare yakalayamıyordu. Patronun sabrı kalmamıştı artık. Uzun zamandır ortalarda gözükmeyen ülkenin önemli yıldızlarından birinin fotoğrafını çekmekti son görevi… Her gün başka biri koşuyor, fakat başaramıyordu. Çok iyi kamufle olmuştu. Mert, bir yandan karanlık sokakta yürüyor, bir yandan şarkı söylerken, bir yandan da yaptığı planın kusursuzluğunu düşünüyordu. "Melek Yıldızlı" hakkında dolaşan bir sürü spekülasyonu belki o cevaplandıracaktı. Başarılı olduğu takdirde bir daha işten kovulmamayı garantiye alabilirdi. Dört katlı küçük taş binaya girip en üst kata çıktı. "Melek Yıldızlı" karşı apartmanda oturuyordu ve bunu bir tek Mert öğrenmişti. İşten kovulursa parasız kalacaktı, bu yüzden büyük bir hırsla sarılmıştı bu son işine. Elinden geleni ardına koymamış, son parasını bu iş için harcamıştı. Bir daire bile kiralamıştı sahibinden, "temiz!" Melek'in oturduğu yeri bulmak için tüm imkanlarını zorlamıştı yani. Çünkü kimse dışarıda onu görmüyor, dolayısıyla takip edip evi bulamıyordu. Mert ise başka yöntemler uygulamıştı. Melek'in yakınlarıyla görüşmüş doğal olarak bir sonuç alamamıştı. Sonra Melek'in oturacağını düşündüğü yerleri dolaşmıştı, yine bir sonuç alamayınca, bu taş binada oturan biriyle konuşmuştu bir yerde tesadüfen. "Melek Yıldızlı" ismini duyunca hemen ona koşmuştu "nerede" diye. Yüklü bir miktar da para önerdikten sonra, şu an geldiği binanın en üst katında oturanlara da çok büyük bir para verip kiralamıştı daireyi. Binaya adımını attıktan hemen sonra, merdivenleri koşarak çıktı. Eve girer girmez camın kenarına yanaştı telaşla. Perdeler sıkı sıkı örtülüydü, sadece bir gölge gözüküyordu sürekli eğilip kalkan. Zaten üç tane cam vardı Mert'in gördüğü cephede gözüken, onların da hepsi kapalıydı. Anlaşılan Melek Hanım kendini göstermemeye kararlıydı. Ama Mert de vazgeçmeme konusunda inatçıydı. Üç saat geçti, dört saat geçti… Saatler birbirini kovalarken, hava da kararmaya başlamıştı yavaş yavaş, güneş batıyordu. Mert altı saattir orada bekliyordu, derken perdeler açıldı, kalp atışları hızlandı Mert'in. Hemen fotoğraf makinesini hazırladı. Ayarını yaptı. Birden gördüğü surat karşısında hayal kırıklığına uğradı. Cama çıkan Melek değildi. Hizmetçisi olduğunu tahmin ediyordu Mert. Esen rüzgar evin perdelerini havalandırıyordu. Hizmetçi odayı topluyordu, üstelik büyük bir hızla. "Melek gelecek odaya, onun için hazırlanıyor" diye düşünüp umutlandı Mert. Yeniden yerini aldı, hazırlandı. Hizmetçi uzun süre hazırladı odayı. Bir eğildi, bir kalktı. Toz beziyle, Mert'in görüş açısı dışındaki bir şeyleri sildi. Sonra ayağa kalkıp, üstünü silkeledi. İyice dik konuma geldi. Arkasını Mert'e dönüp, birini –ve tahminen Melek'i- beklemeye başladı. Bir zaman sonra Mert'in beklediği oldu. Melek Yıldızlı içeri girdi. Hizmetçinin önünde kalıyordu, o yüzden henüz çekmeye yeltenmedi fotoğrafı Mert. Hizmetçinin omzuna dokunarak teşekkür etti Melek. Sonra hizmetçi eğildi ve odadan çıktı. Mert gözünü objektife dayadı. Ayarını yaptıktan sonra, tam deklanşöre basacaktı ki, Melek yere eğildi. Kalktığında Mert gözlerine inanamıyordu. Bir bebek vardı kucağında. Melek Yıldızlı'nın aylardır ortada olmamasının sebebi bu bebekti belki de. "Oğlum Mert, başarıyorsun, sen başarıyorsun…"Deklanşöre bastı, fakat çalışmadı makine. Çekmedi fotoğrafı. Bir daha bastı, bir daha bastı. Olmuyordu. Mert heyecanlanmaya başlamıştı, ne yapacağını bilmez halde, makineyi kendine doğru çevirdi."Allah kahretsin…" dedi Amerikan filmindeki adamlar gibi "emniyeti açmayı unutmuşum." Melek gülüyordu, bakıp bakıp. Tam poz verir gibiydi bebeğiyle. Mert kilidi açtı, fotoğrafı çek… "Olamaz, şimdi zamanımıydı…" Melek arkasını dönmüştü.Tam o sırada bir ses gelmişti, ama Mert olan biteni tam kavrayamamıştı. Onun aklında sadece Melek'in yüzünün gözükmemesi vardı. Mert yine de çekti fotoğrafı. Birkaç tane çekti. Bir süre orada öyle hareketsiz durdu. Melek de gözden kaybolmuştu. Sonra hizmetçi geldi yine, yere bakarak bir şeyler söyledi. Sonra başını salladı ve camları kapatıp, perdeleri sıkı sıkı örttü yine. Mert gitmek için hazırlanmaya başladı. O sırada kapı açıldı, gelenler evin sahipleriydi. "Mert Bey, işiniz bitmiştir tahmin ediyorum. Evimize geldik, paramızı almıştık daha önce zaten, o zaman aramızda bir sorun yok demektir." Yani kibarca, artık gitmelisin diyorlardı. Mert nazikçe teşekkür etti karı kocaya. Büyük bir umutsuzlukla çıktı evden. Fotoğraf karesinde Melek'in olduğunun belli olmasını ümit ediyordu sadece. O gece rahat uyuyamadı, kısa süreli daldığı uykularda gördüğü tek şey, Melek Yıldızlı idi. Hep onun fotoğrafını çekememesini ve kovulduğunu görüyordu. Büyük bir huzursuzlukla uyandı sabah. İşe gitmek için hazırlandı, her zamankinden daha hevessiz. Sabah serinliğinde içi üşüyerek yürüdü çalıştığı gazeteye kadar. Fotoğrafları banyoya verdi, çıkmasını kapıda bekledi. Teslim aldıktan sonra, patronun yanına gitti, filmden çıkan fotoğrafları –ki çok azdı bunlar- teslim etti. Kendisi açıp bakmamıştı, cesaret edememişti bakmaya. Nasılsa sadece Melek'in arkası dönük fotoğrafları vardır diye düşünmüştü. Onlarda da Melek belli olmuyorsa, kovulacaktı. Fotoğrafları patrona uzatıp, biraz sonra idam edilecek mahkumlar gibi beklemeye başladı patronun tepkisini. Patron, fotoğraflara dikkatlice bakıyordu, Mert de patrona bakıyordu. Patron ise yüzünden hiçbir şey belli etmiyordu, ifadesizdi suratı. Ne kızgın, ne şaşkın, ne de memnun… Hiçbir şey… Ölüm kadar sessiz, sonsuzluk kadar uzun bir zaman sonra kaldırdı patron başını fotoğraflardan ve Mert'e bakıp, bir tane fotoğrafı gösterdi. "Bu ne Mert?" diye sordu. Melek Hanım'ın arkası dönük fotoğrafıydı, bir yandan perde uçuşuyordu, Melek Hanım ise fotoğrafın sağ tarafında çok küçük bir alanda gözüküyordu. "Me.. me.. Melek Yıldızlı efendim" dedi Mert titreyerek. "Aferin" dedi patron. Mert bunu kızgınlığına verdi, imalı bir aferin olarak aldı. Bir fotoğraf daha kaldırdı patron, bebek ve Melek'in fotoğrafı. Mert şaşkındı, emniyeti açtıktan sonra eli titrerken titrerken basmıştı deklanşöre belli ki, Melek arkasını dönene kadar bir tane fotoğraf yakalamayı başarmıştı. Patronun yüzü gülmeye başlamıştı. Hemen planı yaptı. "Yarın manşetten bu arkası dönük fotoğrafı yayınlayıp, altına da 'Kim bu kadın' yazıyoruz. Merak uyandıracağız. Ertesi gün, belki de öbür gün, Melek Hanım'ın asıl fotoğrafını yayınlarız. Aferin Mert, sana üç maaş ikramiye, normal maaşına da yüzde elli zam. Aferin oğlum, durdun durdun, en büyük işi başardın." Mert teşekkür etti, yine titrek, kekeme bir sesle. Yüzünde güller açarak çıktı odadan. "Mutlu son böyle bir şey olmalı" diye düşündü. Hayatını kurtarmıştı ve kırk fotoğrafla kazanamayacağı prestiji kazanmıştı bu fotoğraf sayesinde. Artık sırtı ölse de yere gelmezdi.

Eksik Öykü 4



YARIDA KALDI ŞARKILAR
Dünya değiştirdi işte, yaz geldiğinde her şey biraz daha eksik, herkes biraz daha korkaktı. Azalmıştık, yine o tanıdık serinlik vardı. Dayan yürek, dayan dedim ama... Giderek işimiz daha da zorlaşıyordu. Onu uğurlarken de içimden bir şarkı tutturmuştum. Yar gidiyor musun diye, gitme demiştim yine, bu kez hiç git demeden. İçimde bir korku vardı, gel biraz baharımı al dedim, soğuktur oralar. Gelmedi her zamanki gibi... Ben de bir karaağaç gölgesi buldum, cebimde ümitlerimle oturdum. Ne hoyrat ve şaheserdi bir masala inanmak, her yeni güne iştahla uyanmak ne zordu, yaşamak doyasıya. Gül söylemiyordu gizini, güvercin kaybediyordu izini, akarsu buluyordu denizini... Havai fişeklerle hayatı kutluyordu herkes. Oysa benim ki ne yalnızlıktı, ne sonsuz bir çoğalmak. Tek yaptığım onca sınanmaya rağmen, akıl oyunlarıyla oyalanmaktı. Aşk da olmasaydı... Sonra çok sevildim, aylardan mayıs, günlerden hıdrellezdi. Ama, o gün bugündür iflah olmamıştım ben, bir daha da sevmemiştim. Canım sıkıntıda, yüreğim dardaydı. Vakit bu vakit değildi, çok geç kalmıştım. Lale devri çocuğuydum ben, zamanım geçmişti çoktan. Sevmeyenler utansındı ama, bunu ona söyleyememiştim. Aşksızlığa mahkum edildiyse bu dünya yansın dedim, yansın be sevgilim... Yansın... Niyetim vardı ışığa çıkmaya gel gör ki hayat yoktu. Ben çoktan benden geçmiştim vakitsiz. Uslanmıştım artık, dilde vardı, dilberde yoktu. Ne hal kalmıştı, ne başka bir şey. Tek ihtimal vardı, firar bu candan. Gün batıyordu, bir su kenarına gidip gül bıraktım. Gül hemen kuytuya gitmişti. Bir ben seferdeydim sanki, başka yolcu yok gibiydi. Bir güvertede okuldan dönüşüm, yüreğim adeta bir güvercindi. Rastgele dedim, rastgele gönül, hatıralara... Feryat feryat geçiyordu içimden yıllar, iki gözüm iki kara bulut ağlıyordum. Az gittim, uz gittim sonraları. Hep onu hatırladım, hem onun adını sayıklayarak bittim. Kaderimin kastı vardı bana sanki. İsyan ediyordum, ya bu ateşi söndür, ya beni öldür diye. En son ihtimal de bu kalbi bu bedenden sür dedim. Penceremden geçiyordu sandallarla sevdalılar hercai, gökkubede aşkın sesi çınlıyordu saz semai. Kader böyleymiş, çalsın sazlar madem dedim. Alaturka başlasın... Oturdum dostlarla bir kenara, sazlar çalarken... Seyret dedim perişan halimi, akşam olmakta. Dostlarım da çok değildi, seyrelmişti, beyhude lafla vakit dolmaktaydı resmen. Genç yaşımda saçlarıma lapa lapa kar yağmıştı, halbuki gel dediğimde gelse, böyle mi olurdu sanki. Be vefasız dedim, gözünden mi düştüm, niye dönmüyorsun hala. Gün sayıyordum resmen, gelir belki diye –gelmez ya- ona kazak örmek için yün sarıyordum. Herkes gitmişti yine, sabahı zor etmiştim. Tan ağarıyordu. Yorulmuştum alınmaktan, kırılmaktan... O her su veren ele açan kolay bir çiçekti, anlayamamıştım. Onsuz yetim kalmıştım şimdi işte, yurtsuzdum, yersizdim. Hazan, hüzün hepsi bendeydi. Bir masaldı belki onunla aşkımız, ne yazık ki sonu yoktu. Hazin, kibar bir vedayla son bulmuştu. Gel derken de, git derken de biliyordum bir daha çok zordu. Suçsuzken kendimi suçlu hissedişim nedendi peki? Anneme döndüm yine, geçiyor anne bizden de dedim. Şimdi bıraksam her şeyi gitsem olmaz, vazgeçip hayattan ölsem olmaz. Devam ettim öyküme...
ÇİLE
Bir sabah saçlarımı okşayarak girmişti içeri rüzgar. Aynaya baktığımda çizgilerden oluşmuş bir yüz vardı. O an bir şeyler oldu sanki, yok olmaz dedim, dur... Biraz geç kalın, erken daha... Aradım, sordum, sırra eremedim. Bilmiyordum başı, sonu neresi bu hayatın, tek yaptığım nehir gibi akmaktı. Göremiyordum, boşa bakıyordum bazı, bir can yakıyordum, bir türkü yakıyordum... Sadece bir kulun deli divanesiydim aşka gelince. Ne rahat bir soluk almıştım şu hayatta, ne de huzur bulmuştum. Yine de sevmiştim her şeyi, belki de bir tek çocuğumu. Benim çocuğumu sevdiğim gibi, kimse beni sevmemişti işte. Ne söylesem, ne beklesem, ele geçmiyordu istediğim. Sanki beni boğuyor, zaman zaman da ölüyor gibiydi isteklerim, kalbim. Büklüm büklüm boynumda bekliyordu dargın anılarım. Ben sevmiştim, eller almıştı. Kalk gidelim dedim kalbime, ben ağlıyordum. Ona demiştim, yaşıyordu daha, açıktı gözleri, sen dik dur ben sana eğilirim bundan sonra demiştim. Şimdi ise rüzgarı katmıştım önüme, dostlar sağolsundu. Şimdi bir arada olabilmek ne mümkündü, bir arada kalabilmek imkansızdı. Seneler alıp gitmişti ne var ne yoksa, her şeyi... Geri dönmek işten değildi, hani bir ümitle ya olursa derdin ya, bile bile her şeyin bittiğini. Öyleydim ben de işte, sonradan koymuştu bu ayrılık da. Ben yalnız onu severdim, ama koruyamamıştık aşkın ahengini. Nerelerdeydi, neler yapıyordu, unutmuş muydu acaba beni? Ah... O da!!! Kimleydi, nasıl yaşıyordu, ya da orada yaşam var mıydı, ah... Hala onu taşıyordum, şuramda... İyi kötü ömrümü tüketirken, avutamıyordum onsuz gönlümü. Aramıza yollar, yabancı kollar girmişti. Yüreğini korumaya bak demiştim bir gün ona, bir yanın çocuk kalsın bırak. Hadi gel, gülümse demiştim, hayat zaten zordu... Geri dön demiştim, uzanıp tut elimden. Alışırım zannetmiştim, ama vazgeçmemiştim. Üzgündüm gidenler için, bitenler için, sadece üzgündüm. Beni affet dedim duyar belki diye, affedilmesi gereken benmişim gibi. Ölüm böyleydi galiba, günahlar da olsa, zaman aklıyordu. Yıkanıyordu ihanetler, ahlar. Oysa daha hikayenin başındayken, hayat bu kadar kirlenmemişken, ne kadar güveniyordum kendime. Diyordum ki büyük palavra aşk, e hayat zor budur mesele. Azıcık küçümsüyordum fırtınada savrulanları, samimi de gelmiyordu bana aşk diye kavrulanlar. Bilsem... Biçiyordum şimdi ektiğimi... İçiyordum, tüm meyhaneler benimdi. İhanet intikamsız kalmamıştı yine. Ağladım, ağladılar... Hayat böyleydi, durulup dalgalanmıştım, bütündüm, parçalanmıştım. Sora sora bitmiyordu, hiçbir cevap yetmiyordu. Neden, neden, neden? Kalk gidelim dedim yine aşka, bu terazi çekmiyordu. Dünyanın matemi üzerime yürüyordu. Ne olur diye yalvardım ona, ne olur sevgilim beni de koru. Üzerimden asırlık acılarla, yıllar geçmişti, bir zamanlar nedensiz sevinçlerim vardı benim, bir zamanlar benim için de korkaklık, ölüme eşti.
SON BİR ÇABAYLA UMUTLARA SARILMAK
Ne kadar ağladım, ne kadar üzüldüm ben de bilmiyordum. Hatırasıyla barışmak çok uzun sürmüştü. Herkes kendi kaderini yaşıyordu sonuçta, bir hayat daha olsa yine öyle olacaktı. Bir sabah sürgünden döndü ümitlerim, uyandı içimde yeniden sevmek hevesi. Yine boş kapı sesleri duyuyordum, sessizlik bağırıyordu. Bana hep öyle geliyordu. Muhabbet kuşları ötüyordu, trenler geçiyordu, unutulmuştum. Alçak ten de ruhuma ihanet etmeye başlamıştı yavaş yavaş. Gelen diyordu aşk her şeyi halleder diye, ama aleyhime işliyordu seneler. Nerelerdeydin ben gençken diyordum gelenlere. Hatıralar da başucumda nöbet tutuyordu gece gündüz. Yarıda kalmıştı tüm şarkılar, bu yaraya zaman da deva olamıyordu. Bülbüllerin ötmesini bile istemiyordum. Ama işte unutuyordu insan, yana yana. Ölüm herkeseydi, zaman basıp kanayan yaramıza, unutuyorduk işte. Kırık telli sazım dünya dünya diye yanıyordu, sevgiler sevgililer, yoktu meydanda. Yolun yarısı bile değilken, yıllar çoktan geçmişti. Son bir çabayla umutlara sarılacaktım, gelsin dedim hayat bildiği gibi, işim bu benim yaşamak. Bu gece acıların hepsini çekecektim, dünya misafiriydik sonuçta. Dünya bir han, biz seferiydik. Bir ömür yetmiyordu büyümeye!!! O yüzden, ahd vermiştim, hayatı kadere inat sil baştan yaşayacaktım. Geçse de yıllar, hep düne de ait kalsam...Çocukluğum kavruktu, gençliğim savruktu, yetişkinliğimden de hiç hayır yoktu ama ahdım olsun yaşayacağım hayatı sil baştan. Hep öğretilenlerle yaşamıştım zaten, eninde sonunda hayat herkesi kuzulaştırırmış demişlerdi, mutlaka uzlaştırırmış... Bizi de dövsün madem hayat dedim, bizi de yorsun varsın. Yaşamak istiyordum, yaşayacaktım... Hem de yasaksız bahçelerde!!! Umut dolu, hayat dolu... Dünya durmazdı, ama ben bıkmadan, usanmadan, yaş alırken yaşlanmadan... Tempo... Tempo... Kimse yetmeyecekti artık, tacını, tahtını, bahtını verse de... Çula çaputa eğmezdi bu gönül başını, aşk arıyordum. Çekmiştim isyan bayrağını, dalgalanıyordu başımda hür... Kim diken salarsa salsın üstüme, bende deste deste gül vardı. Bu yüzden kalktım ayağa, hayat zorlaşınca, çıkmaz sokaklarda soluksuz kalınca, şarkı söylemek lazım dedim. Dil yetmeyince, dert bitmeyince... Şarkı söylemek lazım dedim. O zaman belki hafiflerdi yüreğin yükü biraz. Evet, bazen daha fazlaydı her şey ama, insan da çökebilirdi. Tek yapmam gereken, radyoyu açıp şarkı tutmak, kitap okumak, gerekirse balkona çıkıp bağırmaktı. Fazla üzülmemek gerekiyordu, bir gün hayat bitecekti elbet. Bir şiirden, bir sözden geçirmeden can dayanmıyordu, yıldızların ışıklı fırçası değmeden, şahane bir hüzün tablosu da tamamlanmıyordu ama... Ömür buydu, imtihanla geçiyordu. Anneme baktım, sarıldım ona... Ben gidemem dedim, kimseden gidemem. Artık acının insana kattığı değeri de biliyorum, küsemem... Acıdan geçmeyen hayat da biraz eksiktir dedim. Gidemem, işte böyle yapışkan oldu senin evladın dedim. Gidemem dedim.. Gitmedim...
SON

Eksik Öykü 3



İHANET
Hiç yaşamadığım bir şey oldu. Bana söz vermiş, yemin vermişti. Ölünceye kadar helalinim demişti. Başka tenlere değmişti artık, hangi kitaba sığardı bu ihanet, kendini kime verdin dedim. Sustu... Hırsımı almam gerekiyordu. Tutuşup yan dedim, küle dön... Yok bu da yetmez, mum gibi sön. Yapamadım.. Gözümün önüne geldi, kıyamadım. Ben öleyim, yeter ki dön dedim. Neden bu kadar yufka yürekliydim, o da kirlenmişti işte. Anladım sonunda, bana bu dünyada saadet nasip değilmiş. Bu aşk dediğin, ne yenir ne içilirmiş. Üçüncü aşkımı da mahvetmiştim sonunda. Ben öleyim yeter ki dön demiştim ya, devamını da getirdim onun. Tüm kızgınlığımı, gururumu sildim, unuttum ne var ne yoksa. Her şeyi affettim, gel dedim. Bu üzgünlüklere değmezdi, her şey daha azdı arkadaşlıktan, aşktan. O benim aynam gibiydi, kendi pişmanlıklarımı görüyordum onda. Bense onun cama yansıyan aksiydim, biraz daha soluktum ona göre. Her zaman aynı değildik yani, gözükmüyordu bile bazen. Ayrılıklar, kavgalar, aşklar hepsi bizim içindi. Tek şey söyledim ona. Aldatma... Acıyor, değmiyor, aldatma dedim. İhanet onarılmaz dedim. Gene büyük laflar ettim, öldür ama aldatma dedim. Öldür ama aldatma... Dönmedi... Artık eğilip üzerime, bakıyordu balkonuma komşu akasya. Susuyordu, sustukça... Ben boğuluyordum. Battım çoktan battıkça... Avaz avaz eşyayla boğuşuyordum. Söyle dedim, aldattın mı? Öpüştün mü, seviştin mi yattın mı? Uyudun mu el koynunda, sonra mahmur mahmur kalktın mı? Bunlar olduysa, neye tutunup kalacaktık hayatta. Ne mana kalmıştı hayatta... Görmüştüm gözümle, günden güne bittiğini. Koynumdayken anlamıştım, başkasına gittiğini. Ben öldüm işte o zaman, anlayınca onu seçtiğini. Mecburen hatırasını kalbime gömdüm, hissedince benden geçtiğini. Hiç huzur yok muydu dünyada? Boş yere mi yaşıyorduk biz? Sevip de mutlu olan varsa tanımak isterdim, severek belamızı arıyorduk aslında. Keşke hiç sevmeseydim dedim. Neyse ki unutuluyordu, insanın kaidesi buydu. Her şey eskiyor, eşya bile yoruluyordu bir zaman sonra. Avaz avaz bağıran eşya... Yoruluyordu... Eşyaydı işte, boş eşya... Yürüyordum nihayetinde acının hasretin üstüne. Her an deli gözleri aklımdaydı, öpüşü, iç çekişi... Kimler almıştı şimdi onu? Kimler öpüyordu?
GİT....me
Bu gece sondu artık, bırakıp gidecektim her şeyi. Yine de gitmeden önce söyleyecektim ona, elimi tut diye. Düşman olma diyecektim... O da kim bilir belki bana mutlu ol derdi, iyi bak kendine... Kızmamıştım ama, kırılmamıştım ama, kararlıydım olamazdı artık. Yazıp, bozmamıştım ama zararlıydım. Kan tutmuyordu, olayın nereye gittiği belliydi artık. Neticede muhtelif arayla günleri karartıyorduk sırayla. Yanına gidip, kapıyı çaldım. Açtı hemen. İlk sözümü hazırlamıştım, madem ki istiyorsun, öyleyse durma git dedim. Beni düşünme dedim, sensiz olabilirim. Hiçbir acı da sonsuza dek sürmezdi, hatta belki yeniden de sevebilirdim. Sonuna da bir büyük laf kondurdum yine, uzun zamandır ayrılmak istediğimi söyleyecektim sana, git dedim. Döndü arkasını, kapıyı kapatmaya yeltendi, gitme dedim. Git... Git... Git... Ne onur kırıcı, GİT....me.... Gitme kal yalan söyledim, ayrılığa hazır değilim, daha şimdiden deliler gibi özledim dedim. Gitme... Özlediysen beni birazcık, kalk gel, bırak kim ne derse desin, yasak günah derken hayat elden gidiyor dedim. Öyleydi ama, bunları düşünen insanların kendi hikayeleri yoktu, sadece seyirciydiler dünyada. En sonunda da sen seç ben söyledim son sözümü, ölmem artık dedim. Arkamı dönünce de gel kıyma dedim. Gittim, bana gitme demedi.
GEL-GİT
Şimdi başka günler başlamıştı. O ve ben sevgiden çok farklı şeyler anlıyorduk, o güç istiyordu, ben aşk. Bu yüzden anlaşamamıştık belki. Ama benim içimde koskocaman bir yer, ona da başkalarına da yeterdi. Ateşle oynamaması gerekiyordu, sonunda elleri, dilleri yanacaktı. Yine aldım gururumu ayaklar altına, gel dedim, istersen beni vur, vurduğun yerde gülle açacak. Sonra vazgeçtim, git efendi gibi yoluna dedim. Gidip sevsindi istediğini, alsındı koynuna. Ondan tek istediğim, bana huzur dilemesiydi. Saksılara sardunyalar ektim, kendime kahve koyup, resimlere baktım. Sonra düşündüm de dünyaya geldiğimde de tektim. Yine vazgeçtim. Benim de bir kalbim vardı ve onun aşkıyla doluyordu. Gerçeği gözden kaçırıyordu, eğriyi doğruyu şaşırmıştı yine. O kadar aşkın varsa hemen gel dedim, kalbimde karargah kuracaksın. Canım çok yanmıştı, belki hayat yüzünden... Onun suçu yoktu ki. Gel yeniden buluşalım, bir başka bahar yaşasın şu gönlüm dedim. Her insan romandır, kahramandır dedim. Benim de bir hikayem vardı ve bu hikayenin içinde o çok büyük bir yer tutuyordu. Son aşkım... İnsafı yok muydu? Bir gülen yüzü esirgiyordu benden. Dağ mıydı, taş mıydı bu?.. Seneler geçiyordu, gönül ektiğini biçiyordu ama bir selam lütfet dedim, gel kavuşalım artık. Bahar gelmişti, dalları kiraz basmıştı, yedi kat eller bile yakınım olmuştu, ama o barışmıyordu. Başkasını seçmişti. En sonunda yine kararımı değiştirdim. Bu sözler doğruyu söylemiyordu belki ama, ister gel ister gelme dedim. Sevdan beni terk etmeyecek ama bunu bil diye de ekledim. Fark etmez dedim bir de çok şartmış gibi. Gelmedi... Sen de mi gidiyorsun dedim. Ne gel git duygularım vardı. Gel diye yalvardım resmen, gel de kalbimi biraz okşa. Gururlar düşmandı, dost değildi. Gel dedim... Kanun değil bu... Bir daha gitti duygular, bir boşluğa düştüm yine. Bırak beni artık, benden hiç hayır yok sana dedim. Zorlamıyordu ama, kendi kendime gelin güvey oldum, zorlama, zorla güzellik olmaz dedim. Belki de kendi içime söyledim, ilk günleri unutamıyordum. Bu yüzden alışamamıştım yeni duruma belki. Çoktan da unutmuştum mutlak mutluluğu... Neden sonra bir şey oldu.... Oyun etti, nerelere gitti... Söylemedi... Uykuda mıydı?